Palyatif çözümler ile nereye kadar
Günümüzde sıklıkla uygulanan günü kurtarma adına yapılan davranışlar öylesine arttı ki adeta bir yaşam biçimi oldu. Bugünü kurtarayım da ne olursa olsun anlayışı ile kredi kartlarının birbiri adına farklı ödeme zamanlarına ayarlanması, birinden alınan borcun diğerine verilmesi gibi hareketler giderek artı ve bir yaşam felsefesi haline geldi.
Oysa asıl olan unutuldu, gerçekler göz ardı edildi. Gerçek sorunlar hep halının altına süpürüldü. Atalarımız “elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez” demişlerdi. Gerçekten de bakınca birilerinden herhangi bir şey alındığında asıl olana bir şey olmuyor ancak alınan özgün fikir, uygulama ve düşünce geliştirilemiyor. Eski Yunan’da ciddi bir bilimsel anlayış, birbirlerinin eğitimi ve bu eğitimin aktarılması ile gerçekleşmiş. Ancak bir farkla sonraki aldığının üstüne bir kat da kendisi eklemiş. Örneğin çok ünlü bir felsefeci olan Sokrates’in öğrencisi Platon’dur. Platon da Aristo’yu yetiştirmiştir. Aristo ise tarihin kaydettiği büyük komutan ve imparator İskender’in hocasıdır. Görüldüğü gibi birisinin akıl hocası olmak değil önemli olan, onun da kendi düşünsel yeteneklerini geliştirmesidir. Bu konularda ne yazık ki Türkiye çok iyi sınav verememiştir.
Özgünlük hep yanlış değerlendirilmiş, sıradan olmak övülmüştür. Böylece eğitim özgün fikirlerin çıkarıldığı, geliştirildiği formattan, itaat eden, denileni en iyi yapanın ödüllendirildiği formata döndürülmüştür. Böylece özgün fikirler ve değerler üretimi yerini itaatçılığa bırakmıştır. Bugün en iyi itaat eden kazanmakta, itiraz eden, farklı yollar deneyen, öneren cezalandırılmaktadır. Ceza adeta bir sopa gibi yöneticilerin elinde bulunmaktadır. Yetersiz fikriyatı olan ya da popüler adıyla liyakatten yoksun insanların yönetimde yer alması ise durumu daha da içinden çıkılmaz duruma getirmiştir.
Zaten yüzyıllar öncesinden liyakatsiz yöneticilerin davranışını Gazali çok güzel özetlemiştir. “Layık olmadan makam sahibi olanlar, astlarını ısırıp üstlerine kuyruk sallarlar” sözü liyakat ve ehliyete kıssadan hisse olması açısından manidardır. İbn-i Haldun 14.yüzyılda yazdığı Mukaddime’sinde “liyakat, ehliyet ve adaletin bozulmasının devletlerin yıkımına yol açacağını” belirtmektedir. Fransız düşünür ve siyaset kuramcısı Montesquieu ise “Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yöneltilmiş bir tehdittir” sözü ile de haklı ve önemli bir tespitte bulunmaktadır [1].
Bugün şiddeti giderek artan oranda bir mobbing birçok kurumda, işyerinde ya da medyada uygulanmaktadır. Yatay ya da dikey olmak üzere her şekilde mobbing uygulanmaktadır. Teknolojinin hızlı gelişmesi ile birlikte internet kullanımının her geçen gün artması buna bağlı olarak basın ve sosyal medya yoluyla yapılan bazı paylaşımlar kişilerin itibarsızlaştırılmasına, statü-tanınırlık-toplumda kabul görme gibi önemli olan tüm alanların katline yönelik linç kampanyalarına yol açabilmektedir. “Sanal Mobbing” olarak da adlandırılan bu yöntem ile başa çıkabilmek kimi zaman mümkün olamamaktadır. Sanal mobbingin dijitalleşme ile çok kişiye ulaşması açısından sonuçları daha vahim olabilmektedir. Bu nedenle diğer yöntemlerle yapılan mobbingden daha fazla yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Bugün denetlenemeyen sanal medya ortamlarının giderek artan oranda toplumun tüm hücrelerine nüfuz etmesi, buna karşılık alınan önlemlerin yetersiz kalması durumun aciliyetini göstermesi bakımından önemlidir. Birkaç fenomenin göstermelik biçimde gözaltına alınması, varlıklarına el konuldu şeklindeki açıklamalar palyatif uygulamalar olarak göze çarpmaktadır. Tüm bunlar aylardır takip edilmiyor muydu? Ya da bu kadar çok yıkıcı etkisinden sonra mı aklımız başımıza geldi? Kalıcı biçimde sahte hesap ve uygulamalar neden denetlenmiyor? Gibi onlarca sorunun cevapsız kalmasına neden oluyor. İnsanların gözünün içine baka baka “para çok para çok” diye klipler çeken ve bunu alenen her platformda yayan kişilerin topluma ne kadar büyük zarar verdiğini hesaplamak mümkün değildir. İnsanların özgürlüklerini sınırlamak asla değil, ancak özgürlüğün de bir sınırının olduğunu bilmek gerekir. Gerçeklik ya da özgünlük olmadığı zaman, sahte içeriklerin, kişilerin ya da liyakatsizliklerin nelere neden olabileceği daha başka nasıl görülebilir ki… Not: Bu yazı 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla, sosyal medyanın sorumsuzluğunun vardığı noktayı göstermesi açısından hazırlandı.
[1] İsmail Akgün, Çalışma Hayatında Şiddet/Mobbing ve Çözüm Önerileri, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı 15-16 Kasım 2019, Ankara.