Meclis Nedir Ne Yapar?
Toplumu düzenleyen kurallar vardır. Bunlar; gelenek – görenekler, ahlak ve din kurallarıdır. Bunların yasa haline getirilmesi ile de hukuk sistemi meydana gelir. Toplumu düzenleyen kurallardan sadece hukuk sistemi maddi ceza verebilir, diğer kurallar ise manevi ceza verdiğinden çok etkili olmaz. Hukuk sistemi bu nedenle çok önemlidir. Yasa, yasayı oluşturan Meclis bir ülkedeki en önemli kurumdur. Bu kuruma seçilen her bireyin ciddi sorumluluğu bulunmaktadır. Seçilen bu bireylere de vekil denir. Nasıl ki kendimizin olamayacağı yerde bir işimiz olduğunda birisini vekil olarak tayin edersek, milletin ilerlemesine, refahına olacak alanlarda yasa oluşturma yetkisi de meclise seçilen bireylere yüklenir.
Meclis aslında geniş bir kavramdır. Burada hemen her konu tartışılır, buna istişare denir. İstişare, karşılıklı görüş alışverişinde bulunma, danışma anlamlarına gelen bir kelimedir. Kur'an-ı Kerim'de Şûra Suresi bu konuyu açıklamaktadır. Şûra da aslında 'danışma' demektir. Bunun en belirgin ve tipik örneğini Hz. Peygamber meydana getirmiştir. İlk meclis yeri olarak da mescit belirlenmiştir. Bu konuda Kur'an'ın bize önerdiği ilkeler, "adalet", "istişare", "liyakat", "hak" gibi evrensel ilkelerdir. Zaten hukuk sisteminin dayattığı yasalar da bunlara işaret etmektedir. İşte meclisin ve mecliste toplumu temsil eden bireylerin üzerinde durması gereken ana konu budur. Bu konuda alınan kararlar ve yasaların belirli bir topluluğu öncellemesi evrensel ilkelere aykırıdır. Yani “birisine hak olan diğerine hak değildir” demek doğru değildir.
İnsanlar yaşadıkları çağın genel eğilim ve ihtiyaçlarını da dikkate alarak, yaşadıkları toplumun ilkeleri çerçevesinde toplumsal düzenlerini kurmak durumundadırlar. Ancak bunu nasıl gerçekleştireceklerdir?.. Eğer dini ilkelere dayalı belli bir düzenleme gerçekleştirilecekse hangi yöntemleri kullanılacaktır? İslam tarihinin bu konudaki geleneği (özellikle Maturidi gelenek) dikkatle incelendiğinde, bu konuda izlenen yöntemin akıl yürütme yöntemi olduğu görülür.
Hz. Peygamber son peygamberdir, ondan sonra peygamber gelmeyecek, dolayısıyla vahiy inmeyecektir, peki o zaman bundan sonra adalet ve iyiliğe nasıl ulaşılacaktır? İnsan ömrü sınırlı olduğuna göre hem ilkesel sözler hem de hikmetli davranışlar sınırlıdır. Oysa Dünya milyarlarca yıldır hayatın devam ettiği bir düzen içinde sosyal-siyasal hayatı her gün karmaşıklaştırmakta, insanların önüne "iyi-kötü" problemini çıkarmaktadır. Bu durumda geriye temel referans olarak sadece akıl kalmaktadır. İnsanlık vahyi ilkeleri anlama sürecinde Hz. Peygamber’in anlayış ve yorumunu da dikkate alarak, ileri düzeyde bir akıl yürütme yöntemiyle vahyi kavramaya çalışmalıdır.
Meclisin dini ve toplumsal ilkeler çerçevesinde akıl yürütmesi nasıl olacaktır? İşte doğru ve etkin çalışan bir mecliste akıl yürütme toplumsal iyilik üzere olmalıdır. Aklı genel olarak ve herhangi bir felsefi kategoriye tabi tutmadan "saf akıl", "kısmen tutulmuş akıl", "tutulmuş akıl" olarak üçe ayırarak incelemek mümkündür. Saf akıl fıtrata yakın akıldır. İlahi gerçekliği en yalın şekilde kavrayabilen, beşerî günahlarla kirlenmemiş akıldır. İnsanın çıkarı, hazzı, kin ve intikamı, ideolojisi, bağımlılığı gibi konularla kirletilmemiş, törpülenmemiş akıldır. Bu akla en güzel örnek Hz. Peygamber'in aklı gösterilir. Kısmen tutulmuş akıl ise, kişinin beşerî zaaflarından etkilenmiş olmakla birlikte, kaba içgüdülerinin etkisi altına girmemiş bağımsız akıldır. Halifeler döneminin aklı bu akla örnek gösterilebilir. Bunların akılları doğal olarak beşeriliklerinden etkilenmekte ve kısmen de olsa kirlenmektedir, ancak bir şahsın, grubun, devletin, toplumun çıkarı, hazzı ve ideolojisi emrine girmediğinden, özsel ve nesnel niteliğini koruyabilmektedir. Tutulmuş akıl ise belli bir ideolojinin, kişi veya grubun, toplum veya devletin emrine hizmet eden, bağımsızlığını kaybederek nesnelliğini yitirmiş akıldır. Bu akılla bir toplumun veya genel olarak insanlığın problemlerine çare bulmak kolay değildir, çünkü bu akıl, kölenin efendisine hizmet ettiği gibi sadece emrine girdiği şahıs, grup veya toplumun çıkarına hizmet etmektedir. Modern çağda yetişen bilim adamları ve filozofların çoğunun aklı özelde burjuva sınıfı ve genelde de belirli bir ideolojinin çıkarına amade olmuş tutulmuş akıldır. Dolayısıyla bu aklın genel olarak insanlığın kurtuluşu için nesnel adalet ve nesnel "iyi"yi arama ve bulma gibi bir amacı gerçekleştirmesi ve başarıya ulaştırması mümkün görülmemektedir. Bununla birlikte toplumlar kendi bireylerini düşünmek, onları koruyan, kollayan yasalarla hareket etmek durumundadırlar. Bunun dışında hareket ise ancak kendi toplumunu diğerlerinin emrine verme anlamı taşır ki buna ihanet demek de mümkündür.
İşte Meclis ve meclisi oluşturan bireylerin üzerinde durması gereken en önemli konu budur. Olay sadece dini vecibeler çerçevesinde değil, evrensel ilkeler bağlamında da bu şekildedir.