Şahitlik etmek
Eski zamanlardan birinde iki samimi arkadaş varmış. Arkadaşın birisi hacca gitmeye karar vermiş ve hacca gitmeden önce de arkadaşı ile buluşmuş, arkadaşına tesbihini, bıçağını, parasını emanet ederek, eğer ben hacdan gelirsem bunları bana geri verirsin, gelmez isem de bunlar sana helal olsun diyerek, gitmiş. Eski zamanlarda öyle hacca gitmek 3,5 saatlik uçak yolculuğu gibi değil, yaya olarak günleri değil ayları alıyor. Aradan 1-2 yıl gibi uzunca bir zaman sonra hacca giden adam geri gelir. Arkadaşını bulur ve benim emanetleri geri alayım der. Arkadaşı, ne emaneti sen bana bir şey vermedin diyerek inkâr eder. Olay zamanın kadısına kadar varır. Kadı sorar, sen bunları verirken etrafta şahit var mıydı? Adam der yok. Peki etrafta ne vardı, ağaç var mıydı? Adam, evet filan mevkideki ağacın altında bunları emanet vermiştim, hatta eğer gelemez isem de bunlar senin olsun demiştim der. Kadı, o zaman ağacı şahit tutacağız, şimdi git o ağacın dalından bir parça getir, ona soralım der. Tüm bunları dinleyen arkadaşı ise ağaçtan şahit mi olur, hem orası çok uzak hemen gidip gelemez der. Bunun üzerine kadı bak gördün mü, ağaç daha buraya gelmeden şehitlik etti der ve emanet alınan eşyaların geri verilmesine hükmeder. Günümüzde ise şahitlik etmek enayilik olarak görülmektedir. Hatta işin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol sözü bunu anlatmaktadır. Oysa inandığımız din İslam’a göre ahirette her ne varsa canlı-cansız dile gelecek ve şahitlik edecek. Dolayısıyla biri bizi gözetliyor gibi doğru işler yapmalı, sürekli gözlem altında olduğumuzu bilmeliyiz. Ancak giderek artan ölçüde nasıl olsa beni kimse görmüyor, ben istediğim gibi yaşarım düşüncesi artmaktadır. Yapılan yanlış ve hatalar karşısında bile özür dileme yerine “ispat et”, “şahidin var mı” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Her ne kadar artan kameralar kimse olmasa bile olayları gösterme açısından önemli olsa da sorunu çözmemektedir. Dahası kameralar birçok ipucu verse de suçlular bunu bile inkâr edebilmekte, hatta kameralara baka baka bile suç işleyebilmektedirler. Suç işleme insanın aç gözlülüğü yanında herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Eskiler bu gibi durumlar için insanın aç gözlülüğünü asla hiçbir şey doyurmaz, insanı ancak bir avuç toprak doyurur derlerdi. Giderek artan ölçüde doyumsuzluk insanı suç işlemeye itmektedir. Oysa herkes biliyor ki açlıkla tokluk arasında sadece 10 dakika var. Zaten büyük düşünür İbn Haldun “insanı açlık değil alışmış oldukları tokluk öldürür” diyerek, insanın açgözlülüğüne ve doyumsuzluğuna vurgu yapmıştır. Öyleyse büyük hayaller kurmanın yanında daha mütevazi işler için gayretli olmak gerekir. Allah herkesi aynı ölçüde yaratmadığına göre elbette herkesin birçok özelliği de birbirinden farklıdır. Bu nedenle başkalarının servetini, işini, durumunu kıskanma yerine kendi özelliklerimizle neler yapabiliriz diye düşünmek daha doğru olacaktır. Oscar Wilde der ki; "İnsanın kendiyle yüzleşmeye yüzü yoksa başkalarının hatalarıyla oynar durur." Doğrudur. Bu yüzdendir ki Albert Einstein şu sözüyle noktayı koymuştur "Savaşmak istiyorsan, kendinle savaş".