Neme Lazım
Toplumu kemiren bir hastalığın adı NEME LAZIM’dır. Toplumda ciddi oranda öyle bir neme lazımcılık gelişmiş durumdaki anlamak mümkün değil. Bir adam öldürülüyor, ya da komşuya sarkıntılık yapılıyor, tüh vahh o kadar. Oysa birisinin yardımına bir diğerinin koşması gerekmez mi? Yardımlaşmak, birlikte çalışmak, işte fikirde birlik olmak önemli değil mi? Ancak kapitalist sistem Türkiye’de kendisine öyle bir yol buldu ki dama çıkan merdiveni aşağıya atıyor, başkası çıkmasın diye. Herkeste bir gizem, gizlilik, kaynağını açıkça belirtmek yerine saklı gizli kapalı kapılar ardında işler yapılıyor. Diğer bir deyişle kayıtlı kişiler kaçamıyor, kayıtsız olanlar ise etrafta cirit atıyor. Bunu trajik biçimde Mahfi Eğilmez kayıtsız olanların kayıtlı olanlar üzerindeki tahakkümü olarak niteleyerek, ilk kez kayıtlı olanların zayıf duruma getirildiğini söyledi. Oysa iyi olan, dürüst çalışan işini hakkaniyetle ve doğrulukla yapanların ön plana çıkması gerekirken, tam tersi oldu. Namuslu, kayıtlı her şeyi kanunlar çerçevesinde yapanlar zarar gördü, görmeye devam ediyor.
Bir proje kapanışında il müdürü olarak görev yapan bürokratımız gelişmişlik ile gelişmemişlik arasındaki fark nedir diye sormuştu. Sonrasında da aradaki farkı KAYIT ya da KAYITSIZLIK olarak tanımlamıştı. Gelişmiş ülkeler kayıt tutar, gelişmemiş ülkeler ise kayıt tutmaz demişti. Çarşı pazar gezince bunda ne kadar haklı olduğunu anlıyorum. Marketler ya da fiyatı otomatik okutulan işletmeler dışında fiş/fatura veren dahası buradaki KDV ya da diğer vergileri veren kaç işletme var. En iyi muhasebeci ya da mali müşavir kim? Elbette en düşük vergiyi verdiren, bunu mümkün olduğunca geç verdiren kimse en iyisi. Bunu Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek’in açıklamalarından da anlıyoruz. Bakan, bir kuyumcunun ortalama vergi oranını 16 bin lira olduğunu açıklaması sonrasında, kar oranı %20 üzerinden aylık 80 bin lira gelire tekabül ettiğini hesaplamak zor değildir. Aynı şekilde devasa işletmelerin, lüks kafelerin ödediği vergi üzerinden gelir hesaplanır ise bunun ne kadar doğru olduğu ortaya çıkar. Ancak işin bir de işletmeciler tarafından görünen tarafı var. Her şeyi yasal, doğru bir şekilde yapan kimseler ne yazık ki zarar görmektedir. Zira devletin tüm sistemleri kayıtlı işletmeler üzerine inşa edilmiş durumdadır. Yani gelir kaçırılan tüm işlemlerden meydana gelen kayıplar, kayıtlı olanlar üzerine yükleniyor. Yine bakanın açıklamalarına göre 2,5 milyon vergi mükellefi ve bunlara kayıtlı 8 milyon kayıtlı araç var. Yani Türkiye’de trafiğe kayıtlı toplam taşıt sayısı Şubat ayı sonu itibarıyla 29 milyon 142 bin 942 ise bu araçların %28’inin şirketlerin üzerinde olduğu ve bunların giderlerinin de vergisini doğru verenler tarafından karşılandığını bilmek, herhalde zor olmasa gerek. Yani kendi özel işlerinde tepe tepe kullanırsın ve giderlerini de devlete yıkarsın, böylece asgari ücretli kadar vergi ödemesi gerçekleşir. Yani şunu demek istiyorum, bunu sadece kayıtlı işletmeler mi yapıyor? Elbette ki hayır, kayıtsız işletmelerde bir şekilde vergiden kaçınmak için kayıtdışı yollara başvuruyor. Böylece herkes neme lazım dedikçe giderek şişen kayıtdışılık, bir süre sonra da kayıtsız adalete, oradan da kişi hukukuna dönüşüyor. Eğer bana yapılıyor ise kötü, başkasına yapılıyor ise neme lazım.
Zamanında, Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı döneminde devletin ne zaman zayıflayacağını detaylı bir mektupla Yahya Efendiye sorar. Yahya Efendi kısa ve basit bir cevapla “neme lazım” diye cevap verir. Padişah buna bir anlam veremez ve cevabını daha açıklayıcı almak için Yahya Efendinin dergahına gider. Yahya Efendi anlatır, bunun manası gayet açıktır der. Devlette, zulüm yayılırsa, haksızlıklar olursa, işitenler de neme lazım derse, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse, bilenler, görenler de, bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların feryadı göklere çıkarsa, bunu da taşlardan başkası işitmezse, işte o zaman devletin sonu görünür, devletin hazinesi boşalır, halkın devlete itimat ve hürmeti sarsılır, toplum içerisinde de halkın bir birine güveni kaybolur ve çöküş başlar, der. Aslında bakıldığında tüm bunların bencillikten kaynaklandığını ve bireyselciliği tetiklediğini görebiliyoruz. Kapitalist sistem bireyi önceleyen, toplumdan ayıran ve sadece kişisel doyuma odaklayan yapısıyla neme lazımcılığa tam da uyuyor. Oysa hem kültürümüz hem de İslam dini bize bireyselciliği değil toplumsalcılığı öğretiyor. Peki ne oldu da hem kültürden hem de İslam dininden uzaklaşıldı…