Kuraklık
İklim değişikliği, mevsimlerin kayması, insanın doğaya hükmetme istek ve arzusu günümüzün en önemli çevre sorunlarının başında gelmektedir. Bu sorunların çözümü hiçbir zaman insan faaliyetlerinin kısıtlanması değildir, olmamalıdır. İnsan kendisini doğanın bir parçası olarak görmeli ve ona göre yaşamalıdır. Aksi durumda doğayı kendisine benzetmesi, kısıtlaması onu keyfince ve sorumsuzca kullanması yukarıda belirttiğimiz çevre sorunlarının giderek artmasına neden olur. Nitekim bugün gelinen noktada insan giderek dünyayı değiştirmeye o kadar odaklanmış ki ne varsa değiştirmek istemektedir. Oysa değişim önce insanın kendinden başlamalıdır. Doğanın içinde onun bir parçası gibi yaşadığı zaman ne iklim sorunları ne de başka sorunlar ortaya çıkar. Günümüz dünyasında sürekli şişirilen egolar sayesinde insanın hemen her şeye hükmetme isteği birçok sorunun kaynağını meydana getiriyor. Kuraklık denildiğinde genellikle tarımsal kuraklık anlaşılır. Yağmur yağmaması, suların yetersizliği gibi. Oysa esas kuraklık anlayıştadır. Belki vardır ancak uzun zamandır düşünce kuraklığı yaşanıyor. Yeni düşünceler, bakış açıları gelişmediği için kapitalizmin yıllar öncesinden oluşturduğu açgözlülüğün zirvesini yaşıyoruz. Bu durum yavaşlama yerine hızlanarak devam etmekte. Diğer yandan Dünya ciddi, kaliteli, genç, vizyoner politikacı kuraklığı yaşıyor. 80 yaşını geçmiş birisi yeniden dünyanın en büyük ekonomisine yön vermeye, dünyayı yönetmeye aday olarak sunuluyor, Bundan daha iyi politikacı yok mudur? Alternatifi ondan aşağı kalır değil, o da 75 yaşında. Bu durum siyasi kuraklık değil de nedir? Ne yani onlar da bir kenara çekilip otursunlar, fikirlerinden, düşüncelerinden hiç mi yararlanmayalım diyebilirsiniz. Benim burada demek istediğim değişimi yakalayamayan sistemlerin, şirketlerin, devletlerin giderek kuraklığa batması ve gerilemesidir. Sıklıkla söylediğim bir söz var, “insan ne zaman ölür?” diye. İnsanın öldüğü zaman öğrenmeyi bıraktığı andır. Bu bakımdan öğrenme devam ettiği sürece de değişim gerçekleşecek, kuraklık ortadan kalkacaktır. Bildiğiniz gibi dünya değişiyor. Sistemler, teknoloji, üretimler, anlayışlar gibi onlarca konu hemen her gün farklılaşıyor. Bu farklılığı yakalayacak olan dinamik süreçler, ancak gençler ile mümkün olur. Belirli düzeyde yaş almış olanların gerek değişimden gerekse dinamizmden yana yeterli enerjileri yoktur. Bunlar daha çok dinamik değil statik, statükocu olarak kalırlar. Oysa akıllı yönetimler dinamizmi kullanarak, gençliğin ve değişimin enerjisini kullanarak hızlı biçimde kuraklıktan çıkmak üzere adım atmaktadırlar. Kuraklıktan çıkış için hemen her alanda kuraklığın yok edilmesi, sisteme genç ve dinamik insanların katılımı ile mümkün olur. Günümüzde bunun sıkıntısı çekilmekte ciddi bir kuraklık her alanı sarmış bulunmaktadır. Ekonomide, sanatta, ticarette, sosyal ve kültürel alanın yanında fikirde kuraklık ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır. Bu nedenle insanlar giderek tekdüze, hapiste yaşayan mahkumlar gibi ücretli kölelik sistemiyle yönetilmektedir. Oysa her insan özgürdür ve köle olarak nitelendirilemez. Gelin şöyle bir düşünelim; işi, aşı iyi olsa bile kuraklıktan etkilenmeyen kimse var mıdır? İnsanın çevresi kuraklıktan kırılırken, kendisinin mutlu mesut olması ne kadar mümkündür? Bu nedenle kuraklık denildiğinde sadece yağmurun, karın yağmaması olarak düşünmemek gerekir. Dünya giderek yaşlanmakta, içinde yaşayan her insanda kendine yönelmekte ve bencilleşmektedir. Bir öğretmen öldürülüyor, bazıları ciddiyetsiz biçimde umursamıyor. Filistin’de bir halk göz göre göre öldürülüyor, kimsenin umurunda olmuyor. Aynısı 6 Şubat’ta depremde göçük altında insanlar kaldığında da olmuştu. Varsa yoksa kendi egosunun tatmin ve empati yoksunluğu. Ülke nüfusunun en küçük birimi olan aileler kendi içine gömülmüş, kimse kimseyle ilgilenemez durumda. Aile içindeki bireylerde kendi dertleriyle meşgul halde iç alemlerine dönmüş. Bu tarımsal kuraklıktan kurtulmaya çalışan bitkiler gibi çekebileceği suya odaklanmış insanları andırıyor. Egolar bireyselciliği, bireyselcilik kuraklığı tetikliyor. Sonuçta olan yine insana oluyor. Etrafı mutsuz iken insan mutlu olamaz. Bu nedenle toplumsal değişim, dönüşüm ve anlayışı toplumun tüm kesimlerine yaymadıkça, kuraklıktan kurtulmak mümkün değildir. Önce camiye, ardından kiliseye, sonra da sinagoga giden Bektaşi’ye sorarlar: "Hayrola erenler Allah'ı mı arıyorsun?" "Hayır", der Bektaşi; "İnsanı arıyorum!" Dünyada insan bireyselleştikçe kayboluyor, kayboldukça her yer, her şey kuraklaşıyor.