Fransa’nın hesapları
Fransa’nın hesapları
Müslümanlar ikinci dalga bir baskıyla karşı karşıya kaldılar. Çok geçmeden Suriye ve Irak’tan bir şekilde Fransa’ya dönen DEAŞ mensupları bir dizi terör eylemine karıştılar. Bataclan tiyatro baskını, Charlie Hebdo dergisi çalışanlarının katledilmesi bunların en sembolik olanları. Neticede sayıları 20’yi bulmayan terörist nedeniyle, bu olaylardan sonra, Fransa’da yaşayan yaklaşık 8 milyon Müslümanın kutsallarına hakaret etmek, onları yaftalamak geçer akçe oldu. Üstelik bunlar ifade özgürlüğü kapsamında kabul edildi. Çok az sayıda entelektüel dışında çoğu akademisyen bu hakaret furyasına katıldı. Fakat Fransız entelijansiyasının İslam konusunda ciddi bir bilgi ve birikime sahip olmadığı, entelektüel derinlikten ve objektiflikten yoksun olduğu anlaşılmış durumda. Zira Müslümanlar eğer bir sorun olarak görülüyorsa, bu sorunun çözüm yolu konusunda ciddi öneriler getirilmedi. Bu durumda akla, “entelektüellerin amacı İslam konusunda toplumu tatmin edecek bir çalışma ortaya koymak değil midir?” sorusu geliyor. Yoksa elit kesim var olan baskıyı artırarak insanları daha da marjinal hale getirmenin ve böylece Fransa’daki Müslümanları “dönüştürme” iradesinin bir payandası haline mi gelmiştir? Bu da ayrı bir tartışma konusu olarak karşımızdadır. Fransa’nın Müslümanlara yönelik yaklaşımını dış politikadan bağımsız düşünmek de pek akıllıca olmayacaktır. Meseleye Fransa’nın halihazırda Müslüman ülkelerle olan diyaloğunu eklediğimizde işler daha da karmaşık hale geliyor. Sömürgeci geçmişe sahip Fransa Malili, Senegalli, Fildişi Sahilli, Nijerli, Çadlı Müslümanlarla nasıl bir iletişim kurmalıdır ki içte ve dışta huzuru sağlayabilsin? Eski paradigma efendi-köle ilişkisi üzerine kuruluydu. Efendisi “lütfundan” kölesinin dini yaşantısına karışmazdı. Fakat gelinen noktada, 2020’de mevcut sosyo-politik ortam XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaşanandan farklıdır. Afrika Müslümanları başta olmak üzere, Fransa’nın yerli Müslümanları da dini hayatlarında özgürlük talebinde bulunuyorlar; Müslüman kimlikleriyle siyasette, ekonomide, sanatta ve sporda var olmak istiyorlar. Fakat anlaşılması güç bir biçimde milliyetçiler, solcular ve dinciler buna karşı çıkarak onların yaşam alanlarını daraltmayı tercih ediyorlar. Karma okula ve havuzlara itiraz, başörtüsüne tepki, kadınları adeta eve kapatma ve sosyal hayattan tamamen öteleme, önemli mevkilere Müslümanların gelmesini engelleme gibi bir dizi uygulamaya, neredeyse tüm siyasi fraksiyonlar, ağız birliği yapmış gibi destek oluyorlar. Buna gerekçe olarak da Fransa’nın sağladığı özgürlük ortamından “radikal” unsurların da faydalanarak kendi etki alanlarını genişlettikleri fikrini öne sürüyorlar. Son tahlilde, yazılı ve görsel basında, internetteki forumlarda yaşanan ve “radikal İslam”, “İslam terörü” gibi ifadelerin etkin bir biçimde kullanıldığı tartışmalar, Fransız toplumunda iz bırakmış görünüyor. Öyle ki her bir terör saldırısında intikam duygusuyla camilere ve ibadethanelere saldırılar düzenleniyor ya da din adamlarına yönelik sınır dışı etme işlemleri gerçekleştiriliyor. Bu durum, henüz entelektüeller arasında “radikal” kelimesinin ne anlama geldiği konusunda dahi bir mutabakat sağlanamamışken, coşturulan yığınların eylemlerinin referans kaynağı olarak bir Ortaçağ zihniyetinin geri geldiği izlenimini doğuruyor. Buna ek olarak, devlet erkinin de ayrı bir baskı kolu oluşturması, Fransa’daki Müslümanlar için hiç de iyi sonuçlar doğurmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.