86 yıllık özlem
86 yıllık özlem
Ayasofya Camisi, 86 yıllık özlemin ardından, binlerce kişinin katıldığı Cuma namazıyla eski günlerine döndü. Ayasofya’nın açılması Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada da heyecanla izlendi. Türkiye’de ve dünyada bu kutlu açılış yapılmasının ardandan okuyucularıma Avrupa’daki tepkiler üzerine biraz konuşmak istiyorum. Papa’nın “acı çekiyorum” açıklamasının diplomatik olarak da bir anlamı olmadığı muhakkak ve durum hakkında bir teklif de ortaya koymuyor. Buna mukabil, mesela Avusturya Başpiskoposu Kardinal Christoph Schönborn’un “Ayasofya’nın kavuşması gereken statü, bütün inançların buluştuğu ekümenik bir ibadethane olmaktır” ifadesi bir tekliftir. Ancak söz konusu teklifin iki büyük sorunu vardır. Bunlardan ilki İstanbul’un insanlığın ortak malı bir müze olmadığı, aksine Türkiye Cumhuriyeti’nin bir şehri olduğu, dolayısıyla sınırları içinde bulunan ve beş yüz yıllık cami geçmişi bulunan bir abidenin bütün insanlığa ait bir sembol olmasının beklenemeyeceği gerçeğidir. İkincisi ise nüfus oranları ve çok kültürcülük taleplerinin gerçekliği sorunu. Nüfusa oranla en fazla dini çeşitliliğe sahip Avrupa şehirlerinden birisi olan Viyana’nın kardinali, ülkede yaşanan ve camilerin sürekli olarak baskılandığı süreçten bağımsız olarak bu yorumu yapmıştır. Paris, Berlin, Londra gibi merkezlerde göç kökenli ciddi bir nüfus varken ve ibadethane sıkıntısı büyük bir tartışma mevzuu iken, İstanbul’da mukim Hıristiyan nüfusun genel nüfusa oranını göz önünde bulundurmadan böyle bir teklifte bulunmak, Avrupa’nın her köşesindeki katedrallerde Müslümanlara bir mescit açılması teklifini de tazammun etmeliydi.
11 Eylül paradigmasının olanca şiddetiyle sürdüğü ve Müslüman karşıtı politikaların günden güne dozunu artırdığı Avrupa’da ihtiyaç duyulan çok kültürcülük, İstanbul üzerinden hayata geçirilmesi gereken bir proje değildir. Zira İstanbul, dinler arası çoğulculuğa Fener Rum Patrikhanesi başta olmak üzere, sahip olduğu pek çok tarihi kilise ve havra ile katkıda bulunmaktadır. Buna mukabil, göstermelik bir katkı akabinde yoğun siyasal baskılarla hayatları her geçen gün daha da güçleşen Avrupalı Müslümanların gerçek bir çoğulculuğa muhtaç vaziyette oldukları aşikârdır. Hal böyleyken, Avrupa-merkezci bir bakış açısıyla İstanbul’u Batılı çok-kültürcülük heveslerinin kurtarıcısı kılacak bir düzenlemeyi talep etmenin gerçek hayatta bir karşılığı yoktur.
Bu tutum, yegâne reel hayatın Avrupa’da yaşandığı, haricindeki her yerin Avrupalı hayatına bir şekilde hizmet ettiği kabulünün bir tezahürü olarak karşımızda duruyor: Endonezya’nın Bali adası Avrupalının tatil mekânı, Java adası ucuz mobilya üretim merkezi olmalı, Ukrayna nükleer atık çöplüğü, Türkiye ve Mısır ise açık hava müzesi olarak kalmalı… Dolayısıyla müzesi üzerinde bir dönüşüm yaşanacaksa buna müşterek olarak karar verilmeli. Batılı idealler Avrupa’da hayata geçirilmese dahi Avrupalılar eliyle dominyon olarak gördükleri ülkelerde bir şekilde hayata geçirilmeli…
Çok-kültürcülüğün makus talihini Türkiye üzerinden kurtarma çabaları, bu bakımdan gerçekçi bir teklifle bize yaklaşmıyor. Ayasofya tartışmaları Avrupa-merkezciliğin post-modern dönemde de dipdiri ayakta olacağını ve idealist söylemlerin büyük oranda Avrupalı olmayanları suiistimal için kullanılacağını gözler önüne seriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.