Sanatın yeni adresi sosyal medya mı?
Eskiden bir tabloyu görebilmek için müzelere gidilirdi. Şiir kitaplarını sabırla bekler, konser takvimleri ajandalara not edilirdi. Bugünse yalnızca parmağımızı kaydırıyoruz. Sanat, artık ekranlarımızda; müzeler, sahneler ve galeriler ceplere sığdı. Peki bu yeni dönem, sanatı herkes için erişilebilir kılıyor mu, yoksa sanatın ruhunu yüzeyselliğe mi kurban ediyoruz?
Instagram, TikTok, YouTube gibi sosyal medya mecraları; sanatçılar için hem bir vitrin, hem de bir atölye hâline geldi. Ressamlar eserlerini süreç videolarıyla paylaşıyor, müzisyenler birkaç saniyelik melodilerle milyonlara ulaşıyor, şairler dizelerini Reels’lara sığdırıyor. Eskiden sadece belli çevrelerin ulaşabildiği sanat eserleri, şimdi herkesin parmak ucunda. Bu yönüyle bakıldığında, sosyal medya demokratikleşen bir sanat alanı sunuyor.
Ancak madalyonun diğer yüzü de var. Tüketim alışkanlıklarımız değişti. Bir esere dakikalar ayırmak yerine saniyeler içinde geçip gidiyoruz. Derinlik, yerini gösterişe, sabır yerini hız ve akışa bırakıyor. Sanatçılar algoritmaların dilini öğrenmek, “etkileşim” için üretmek zorunda kalıyor. Bu durum, sanatı bir performansa indirgerken, sanatçıyı da bir içerik üreticisine dönüştürüyor.
Yine de bu dönüşüm salt olumsuz değil. Sosyal medya sayesinde birçok genç sanatçı sesini duyurabiliyor, destek bulabiliyor, işlerini dünya çapında sergileyebiliyor. Geleneksel yapılarla yolu kesişmeyen yetenekler, şimdi kendi kitlelerini doğrudan oluşturabiliyor.
Belki de sormamız gereken soru şu: Sanatın adresi değişti, peki bu değişimle birlikte sanatın özü değişti mi? Estetik, ifade, duygular hâlâ merkezde mi, yoksa biz yalnızca “beğeni”lerin peşinden mi koşuyoruz?
Cevap, belki de her zaman olduğu gibi sanatçının niyetinde ve izleyicinin bakışında saklı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.