Yerel düşünce ve yerellikten kurtulamamak
Günümüz dünyasında değişen ve gelişen ilişkiler global düşünmeyi, hızla yerellikten küresel dünyaya ayak uydurmayı gerektirmektedir. Bu bakımdan küresel dünyanın gerçeğini bilen kişi, firma ve devletlerin bu yönde bir değişime gitmesi kaçınılmazdır. Aksi durumda ise bunların yerel kalacağı ve içe kapanık bir toplum yapısı meydana getireceği açıktır. Global dünyada olabilmenin temel yolu ise yaygın bir yabancı dili daha iyi kullanmaktan geçmektedir.
Türkiye 85 milyon nüfusu ile dünyada büyük bir potansiyel oluşturmasına karşılık, kapalı toplum yapısı ve düşüncesi ile bu potansiyelini değerlendirmekten uzaktır. Ekonomik büyüklük, coğrafi konum ve stratejik jeopolitik yapısı ile dünya lideri olabilecekken, bu kapalı toplum yapısı nedeniyle liderlik olgusunu diğer ülkelere bırakmaktadır. Biraz geniş pencereden düşünmek gerekirse, iç pazardaki kolay ve tatlı kar marjları yeterli görülmekte, büyümek ve daha ileri gidebilme bağlamında ilerleme düşüncesini kırmaktadır.
Bir karşılaştırma yapmak gerekirse İsviçre 6,5 milyon nüfusa sahip olmakla birlikte, tüm dünyaca tanınmakta, güven bağlamında ciddi ülke imajı taşımaktadır. Şüphesiz bunda İsviçrelilerin temelde yaygın kullanılan 3 batı dilini (İngilizce, Fransızca ve Almanca) biliyor olmasının büyük etkisi vardır. Türkiye’de ise insanlar kendi dillerini bile düzgün kullanma konusunda sıkıntılar yaşamakta, yabancı dil konusunda ise en geri ülkelerden bile daha kötü durumda bulunmaktadır. Bir dilin iyi bilinmesindeki ölçüt sınavlardır. Diğer bir deyişle sınavda iyi not almak bilgi sahibi olmanın bir göstergesidir. Sınavı ise o dili en iyi bilen kişinin (anadili olan) yapması şeklindedir.
Oysa Türkiye, yabancı dilini anadili bu dil olan ülkelerin sınavını kabul etme yerine, kendi kendine uydurduğu bir sınavla yabancı dil bilgisini ölçme yolunu izlemektedir. Bu durum ülke içinde dil bilen ancak dili evrensel ölçülerde kullanamayan bireylerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu şekilde bulunan insanlar ise ülkede kendi içinde yapılan sınavı başaran bireyler olarak akademide, araştırma enstitülerinde ya da dil yetisi isteyen yerlerde istihdam edilmektedir.
Böylece uluslararası geçerliliği olmayan sınavlarla üstünlük sağlayanlar, diğerlerine karşı ön yargı ve ötekileştirme yapmakta, bir kısır döngü içinde küreselleşmeyi, dünya ile entegre olma olgusunu kaçırmaktadır. Oysa gerçek anlamda gelişme, dünyaya entegre olmayı, ciddi iletişim içinde bulunmayı gerektirmektedir. Bu durumda ne yapmak gerekir? Birinci öncelik işi ehline bırakmak olmalıdır. Yani daha iyi bileni, daha iyi yapanı ödüllendirmek, yarım olanı tama tercih etmektir.
Yani daha iyisi varken bunu kullanmak, yabancı dil sınavı yapmayı bırakmak, anadili olan ülkelerin sınavını kabul etme ile başlamak gerekir. Dil konusunda bari olsun evrensel düşünmek yerellikten kurtulmak gerekmektedir. Hükümetin bu yöndeki çabaları ne yazık ki sürekli istismar edilmekte, birtakım çıkar çevreleri tarafında konu suistimal edilmektedir. Bu nedenle yabancıların “Türkler çok iyi gramer bilir ancak konuşamaz” dedikleri gibi.
Oysa dil öğrenimini iletişim olarak düşünmek gerekir. Aksi durumda İngiliz edebiyatına yazar yetiştirecek gibi algılanan sınavlar yapar, ancak küresel dünyaya ayak uyduracak insanlar yetiştiremeyiz.