Üniversite öğretimi
Hep tartışıla gelmiştir, eğitim mi/öğretim mi diye. Aslına bakılırsa ilkokul ve ortaokulda eğitim yapılır, kısmen de öğretim. Lise ve üniversite ise eğitimin az, öğretimin çok olduğu yerlerdir. Peki, eğitim ile öğretim arasında ne fark vardır. Eğitim ile alışkanlık kazandırılır, öğretim ile de bilgi. Bu nedenle okullarda eğitim-öğretim birlikte kullanılır. Zira öğrencilere hem alışkanlık hem de bilgi verilir. Alışkanlık, kişilerde yaşamlarının devamında nasıl hareket edeceklerini, bilgi de bu devamlılıkta doğru yapabilme becerisinin gelişmesini sağlar. Bu bakımdan okullar çok önemlidir. Hiç okula gitmemiş kişilerin eğitimi içinde bulunduğu aile ya da topluluk tarafından, öğretimi ise yine aynı grubun bilgisi dahilinde gelişir. Öğretmenler sadece bilgi değil aynı zamanda rol model olarak öğrencilerine eğitim de verirler. İlkokuldaki çocuğun ilk öğrendiği meslek bu bakımdan öğretmen olmak şeklindedir. Okula gitmeyen bir çocuğun ise olmak istediği meslek ise baba olmak şeklindedir. Zira her iki durumda da rol model olan öğretmen ve baba gücü temsil eder. Çocuk da güce göre zihninde mesleğini seçmiştir. İnsan çocukluktan yetişkinliğe kadar sürekli öğrenir, aslında öğrenmek yetişkinlikle de sınırlı değildir. Yaşamın hemen her noktasında öğrenme gerçekleşir. Çocuğa verilen ilk eğitim onun tüm yaşamını şekillendiren bir alışkanlığa dönüşerek, bundan sonraki hayatının devamında yardımcı olur. Bu bakımdan önemli olan olay çocuğun ilk eğitiminin verildiği ortamdır. Batı tarzı eğitim sisteminde aileler daha serbest olduğu için çocuklar kendi ayakları üzerinde durmaya çocukluktan itibaren başlamakta, yetişkin düzeyine gelinceye kadar düşe kalka ve deneyerek öğrenme yolunu izlemektedir. Türkiye dahil doğu toplumlarında ise çocuğun ilk ortamı aile içinde korumacı bir ortamda olduğu için, hayatının tümünde bir kurtarıcı ya da yardımcı aramakta, kendi yapabileceği işleri bile birlikte yapmak istemektedir. Bireysellik batıda çocukluktan gelen bir alışkanlık iken arkadaşlık ya da topluca başarma bizim gibi ülkelerde toplumsallığa dönüşmektedir. Belki de Türklerin güçlü olmasında bunun etkisi vardır. Okul birtakım kural ve kaideleri zihnimize asla silinmeyecek biçimde kaydeder, bu nedenle okullu olma ile okula gitmeme arasındaki farkta burada ortaya çıkar. İlk, orta ve lise düzeyinde verilen eğitim ve öğretimin üzerine daha fazla bilgi üniversitelerde gösterilir. Üniversite bilgili olmak için gereklidir. Ancak çocuk doğru bir eğitim almamışsa üniversite öğretimi süresince güçlü bir varlık gösteremez. Sistemin işleyişinde okullaşma gelecek için önemlidir. Okullaşmada yapılan ya da yapılacak olan eğitim-öğretim nasıl sorusuna cevap aramaktadır. Nasıl eğitilecek, nasıl öğretilecek. Buna da müfredat denilmektedir. Üniversiteye kadar olan kısımda yani çok eğitilecek, daha az öğretilecekten sorumlu bir bakanlık bulunmaktadır. Bakanlık nasıl sorusuna müfredat ile cevap vermektedir. Asıl sorun ise üniversite öğretiminde olmaktadır. Ne öğretilecek, nasıl öğretilecek, kim öğretecek sorularının cevabının bulunmasıdır. Burada muhatap bir bakanlık olmadığı için öğretme işi öğretim üyelerinin sorumluluğuna verilmektedir. Zaman içinde görülebildiği kadarıyla çok bilgi veren / öğreten öğretim üyeleri olduğu gibi yeterli bilgi öğretemeyen/veremeyen öğretim üyeleri de bulunmaktadır. Usta – çırak ilişkisi çerçevesinde gerçekleşen eğitim-öğretim faaliyetleri ustanın maharetine bağlı olarak yeterli veya yetersiz olabilmektedir. Sokrates’e atfedilen bir sözde “eğitim, kıvılcımla ateş yakmaktır. Boş bir kabı doldurmak değildir” şeklindedir. Buna göre ustasını görmeden öğretmek, nasıl yaptığını görmeden üniversite öğretimini tamamlamak doğru olmasa gerekir. 2 yıl virüs salgını döneminde üniversiteye gitmeyen, sonrasında da kaç dönem daha gidip gitmeyeceği belli olmayan üniversite öğrencilerinden doğru ve güçlü bilgiler öğrenmesini beklemek hayaldir. Bunun bir de eğitilmeden gelen kısmı var ki onunla ilgilenen muhatap bulunmamaktadır.