Stratejik dönüşüm
Hemen herkesin dilinde olan ancak mahiyeti bilinmeyen bir kelime olan strateji uzun vadeli düşünme ya da plan yapma demektir. İnsan kısa vadeli düşünmeyi, bu düşünce ile eyleme geçmeyi yeğler. Zira hemen sonuç alır, sonucunu da görür. Oysa planlama yapanlar uzun vadeli ve stratejik düşünür, belki sonuçlarını on yıllarca sonra görür, ya da alır. Aynı hayatımıza giren virüs gibi. Zaten hemen her düşünce ve uygulama doğanın içinde var olan hiyerarşiden esinlenerek planlanmıştır ya da yapılmaktadır. Bugün gelişmiş ülkelerin ürettiği politikaların hemen hepsinde stratejik bir planlama bulunmaktadır. Dolayısıyla başkasının aklı ile ya da tavsiyesi ile hareket edildiğinde mutlaka o tavsiye veren tarafa bir avantajının olduğu düşünülebilir. Bunu John Perkins adlı yazar “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adıyla kitaplaştırmıştır. Eminim birçoğunuz bu kitabı okumuşsunuzdur. Kitapta özetle bir ülkeyi sömürmek istediğimizde oraya sömürgeci yazarlarımızı yerleştiririz, sonra da o yazarlar aracılığı ile ülkenin filana, falana ihtiyacı olduğundan başlayarak, stratejimizi geliştirir, sonra da o ülkeyi kendimize bağımlı kılarız diyor. Bunun örneğini de o ülkeye yollar yaptırır, sonra da otomobil satarak, otomobil alamayacak kadar parası olmayana da kredi, yani para satarak yaparız diyor. Yani yol adı altında verdiğimiz yardım ya da paranın yeniden kendimize dönüşünü sağlar, böylece sömürüye devam ederiz diyor. Aslında insan birçok ihtiyacının farkında değildir. Pazarlama biliminde çokça kullanılan gizli talep dolayısıyla ihtiyacının farkına varır. İşte alışveriş merkezlerinin çalışma mantığı da budur. Giderek gelişen ve değişen bir uygulama ile AVM kuşağı meydana geldi. Bu kuşak orada gördüğü birçok şeyi ister. Zaten kapalı bir ortam olan (penceresi yok), dış dünya ya da gerçek yaşam ile alakası olmayan bir ortamda orada bulunanların eğlence anlayışı onlara sunulan hizmetler ile gerçekleşmektedir. Burada temiz, ışıltılı, her zaman belirli sıcaklıkta, zengin bir hizmet sunulmakta, dışarıdan gelen birisi hayatın bundan ibaret olduğu algısına kapılmaktadır. Yıllar önce hayvanat bahçelerini oradaki hayvanların gözünden anlatan bir kitap okumuştum. Kitapta burada bulunan canlıların nasıl bir ruh halinde yaşam sürdüğünü anlatıyordu. İşte dünyada iktidar sahipleri de hemen herkesin nasıl yaşaması gerektiğine karar vererek onlara bir görev tanımlamaktadır. Bu tanıma uygun yaşayanlar için hayat AVM’lerdeki gibi ışıltılı olmakta, sınırları aşanlar ise yok edilmektedir. Aynı bugün adına sosyal medya denen platformlarda olduğu gibi. Bir düşünün sosyal medyada herkes dürüst, ahlaklı, zengin, ışıltılı bir hayatın içinde yaşıyor. Gerçekte durum böyle midir? Bir insan kendinde olan özellikleri övüyor ise o özelliklerinin eksikliğinden dolayı övüyordur. Değilse dürüst bir insanın ben dürüstüm demeye ihtiyacı var mıdır? Görüldüğü gibi adına Z kuşağı denilen bir nesil stratejik bir dönüşümle suni ortamlarda yaşayan canlılar şeklinde dönüştürülmüştür. Bu adına global kültür denilen ve bize dayatılan bir stratejinin ürünüdür. Eğer geleceği düşünüyor isek bize dayatılan bu hayatın ne olduğunu sorgulamamız gerekir. Bu konu ile ilgili olarak birisi Sokrates’e koşarak gelir. “Dinle Sokrates, bunu sana anlatmalıyım!” der. Sokrates ‘Dur!’ diye adamın sözünü keser ve sorar. Senin bana söylemek istediğini 3 elekten geçirdin mi? Bakalım bu söylemek istediğin 3 elekten geçer mi? Birincisi hakikat eleğidir “senin bana anlatmak istediğin şeyi gerçek mi diye sorguladın mı?” İkincisi iyilik eleği. “Bana anlatmak istediğin şey iyi midir?” Üçüncüsü ise “bana anlatman gerekiyor mu?” Bu nedenle birisinin bize vereceği tavsiyeleri doğru, iyi ve gerekli ise kabul etmeli ve uygulamalıyız.