On gün on şehir Mithat Direk
Mayıs ayının içinde 10 günde 10 farklı ilde birçok uluslararası toplantıya katılma fırsatı buldum.
Önce Konya’da tıbbi ve aromatik bitkiler ile ilgili bir çalıştaya katıldım. Tarım Bakanlığının Türkiye’de bu konuda belirlediği 3 bölgeden birisi olan Konya, üreticisi, tüccar, sanayicisi ve tüketicisi ile bir araya gelerek bu konuda yol haritasını çizdi.
Bu toplantının arkasından Diyarbakır’a gittim. Orada sulama alanında uluslararası bir toplantıda Dünyada suyun kritik öneme sahip olacağı, bundan sonraki savaşların sudan meydana gelebileceği tartışıldı. Elbette toplantıların arasında fırsat buldukça şehirleri gezme, ilgili taraflar ile konuları değerlendirme fırsatları bulabildim.
Bu değerlendirmeler sonucunda Dünyada neler oluyor öğrenebiliyor, ayrıca Türkiye’deki durumu da karşılaştırabilme fırsatı buluyoruz. Şehir gezileri ve kültürel faaliyetler içinde işini severek yapan pırıl pırıl gençlerle karşılaştım.
Sonrasında Mardin, Şanlıurfa ve Gaziantep ile Adana’da konaklama fırsatı buldum. Pakistan’dan 4 farklı şehir ve üniversiteden gelen 5 bilim insanı ile Konya’da iklim değişikliğinin tarıma etkisi ile ilgili bir günlük uluslararası bir toplantı organize ettim. Seminere katılan bilim insanlarının kendi ülkeleri dışında birbirleri ile Konya’da tanışması ilginç bir durum oluşturdu.
Seminerin bitiminde Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi için Pakistanlı misafirlerimiz ile birlikte Kırşehir’e gittim. Oradaki kongre bitiminde misafirlerimizi Nevşehir Havaalanına bırakıp yeniden Kırşehir’e döndüm. Buradan da Aksaray’a uğrayıp, toplantı ve gezi programını tamamladım.
Birçok kişi ile istişare etme, gözlem yapma ve değerlendirme fırsatı buldum. Öncelikle inanılmaz bir gençlik var. Yetenekli, donanımlı kendini geliştirmiş, işine aşına sahip çıkmış gençler.
Diyarbakır’da Cezeri sergisinde rehberlik yapan Songül, anlatımı, hareketleri ve işini doğru yapabilme konusundaki titizliği ile takdire şayan. Elbette ciğer kebapçıdaki garson, dönüşte otobüste görevli muavin İbrahim, Konya’da öğrencilerimiz Berkant, Elif, Kırşehir’de kongrede görevli Fatma ve daha niceleri işlerini doğru yapabilme konusundaki titizlikleri ile takdire şayan.
Böyle çalışkan gençlerimize karşılık neden gelişmişlik konusunda yeterli bir atılım yapılamıyor? Bu konuda yönetim ve yöneticiler olarak bizlerin suçu olduğunu düşünüyorum. Zira genç insanlarımıza hem güvenmiyor hem de fırsat vermiyoruz. Onları bizim kontrol edeceğimiz sistemler ile çalıştırmak ancak fikir ve önerilerini bizler kontrol etmek istiyoruz. Sonuçta bu gençler çalışma sistemi içinde yok oluyor. Oysa gelişmiş ülkelerde neler yapılıyor diye baktığımızda bunlara fırsatlar veriliyor. Yöneticiler gençleri anlıyor, onların gelişimine ve kendilerini geliştirmesine katkı veriyor. Böylece genç insanlardan oluşan kalkınma ordusu ülkenin daha da ileri gitmesi için gayret sarf ediyor.
Aslında bu konu empati ile sempati arasında sıkışmış bir durumda. Türkiye’de sempati duyulanlara daha fazla fırsat verilirken, diğerleri ötekileştiriliyor. Gençleri anlıyoruz diyerek empati yaptığımızı düşünüyor ancak sadece kafamızdaki fikirleri ve ön yargıları dayatıyoruz. Bu arada 19 Mayıs tarihini de gençlerle geçirdiğim için gençliğin ne kadar büyük bir güç olduğunu anlıyor, onlara daha fazla güvenme ve fırsat verme gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca yönetim kademelerinin 40-50 yaş bandında olması kolay empati yapabilmenin bir yolu. Gençlerin dinamizmini yönetim ile daha ileri düzeye taşıyabilmede 40 yaşın dinginliğine gelmesi gerekir. Bundan önceki yaşlarda sakin ve aklıselim karar alma yerine, duygusal ve acele karar alınabilir ki bu da stratejik kararlarda yanlışlara neden olabilir.
50 yaş üzerinde ise daha olgun karar alma mümkün iken insanın gençlik dinamizmi azalacağı için yönetimden maksimum biçimde yararlanmak mümkün olmayabilir. Bu nedenle ideal yönetici yaşının 40-50 olması, gençlerin ileri aşamalarda daha faydalı olmasına imkân sağlayacaktır. Böylece istenen hızlı ve etkin kalkınma sağlanabilecektir.