Koşmakla yakalayamazsınız!
Dünya öyle hızla dönüyor ve değişiyor ki koşmakla yetişmeniz asla mümkün değildir. Bir atasözümüz “taş yerinde ağırdır” der. Bu bakımdan dünyanın peşinden koşmaktansa, yerimizde durup bulunduğumuz ortama ya da yere değer katmamız daha önemlidir. Öncelikle kendimizi, nasıl daha iyi yaparız, daha iyiye nasıl ulaşırız konularına yöneltmemiz gerekir.
Geçtiğimiz haftalarda Pakistan’da bulundum. Burada 2 defa kaçak yollarla Türkiye’ye gelmiş, yakalanmış ve sınır dışı edilmiş birisi ile tanıştım. Bu arkadaş ile vakit geçirdim. Aslında çok iyi, yetenekli ve akıllı birisi olan arkadaşımız, büyük bir şirkette çalışıyor. Ancak ücret seviyelerinin düşüklüğü, yapılan işin niteliksiz olması, iş güvencesinin bulunmaması gibi nedenlerden dolayı ilk hedefleri Türkiye sonra da Avrupa ülkelerine gitmeyi kafasına yerleştirmiş.
Bunda ülke içinde izlenen politikaların etkisi olduğu gibi Türkiye’de gelişmiş film ve dizi sektörünün de katkısının olduğunu belirtmek gerekir. Filmlerde gösterilen şatafat, lüks gibi kaynağı belirsiz paralar, varlığı düşük nitelikli kişilerde cezbedici etki yapıyor. Böylece bulundukları yerde değil, gidecekleri yerde bir şeyler yapabilme, zenginlikten faydalanabilme gibi bir anlayışın doğmasına neden oluyor. Oysa her yerde büyük fırsatlar ve gelişme için gerekli materyaller bulunmakta. Önemli olan bunların uygun biçimde kullanılmasıdır. İşte yerinde gelişme ya da kalkındırma faaliyetleri bu bakımdan çok önemlidir. Ancak sadece Pakistan değil, diğer birçok ülkede olduğu gibi doğru planlamaların yapılması / yapılamaması göç oluşmasına neden oluyor.
Dünyada birçok bölgede ciddi bir göç olgusunun olduğunu hemen her gün haberlerde izliyoruz. Bunu ortaya çıkaran başlıca nedenin eğitimsizlik olması yanında ciddi bir yanlış algının da neden olduğu bilinmektedir. Bugün gelişmiş denilen, refah düzeyi yüksek gösterilen ülkelerde yaşam koşullarının çok iyi olduğunu söylemek güçtür. Burada çok ciddi bir rekabetin olduğu, kurallara uymamanın yaşamı çok ciddi biçimde zorlaştırdığı görülmektedir. Herkesin iyi bildiği şekliyle Avrupa’dan gelen Türk vatandaşlarının orada iken tüm kurallara uyarken geldiklerinde kuralları çiğnemesi bunun en tipik göstergesidir. Zira gelişmiş ülkelerde kanunlar kişiye göre değil, suça göre uygulanmaktadır. Güçlü olanın haklı değil, haklı olan güçlü olmakta, haksız ise cezalandırılmaktadır. Tipik örneğini Tobleron davası da denilen eski siyasetçi Mona Sahlin’de görebiliyoruz. Bu bakımdan gelişme sadece maddi varlıkların artması ile olmamakta, toplumun uyması gereken ana kanun ve kurallara tüm kesimler tarafından ciddiyetle uyulması ile ortaya çıkmaktadır. Merak edenler için Daron Acemoğlu ile James Robinson tarafından yazılan Ulusların Düşüşü kitabını okumasını tavsiye ederim. Elbette sadece bu kitapta toplumsal kalkınmanın şifreleri gösterilmemekte benzer birçok kitapta da kalkınma için gerekli şartların varlığından bahsedilmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse kalkınma için gelir-gider dengesinin doğru kurulması, kazanılmadan harcanmanın doğru olmadığı söylenmektedir. Oysa günümüzde kazanmadan borç alınmakta, bununla bir günün beyliği beylik bağlamında yaşanılmakta, sonrasında da darboğaza girilmektedir. Bütün bunlara hiç gerek yoktur, mevcut kapasitemizi nasıl daha iyiye getirebiliriz anlamında düşünülmüş olsa, eminim çok daha mutluluk verici yaşam tarzına ulaşılabilir. Bu bakımdan gelişmişlik mi mutluluk mu kavramının yeniden tartışılması, büyük şehirlerdeki ışıltılı yaşamın mutluluk vermediğini bilmek gerekir. Önemli olan yaşamın keyfine varabilmektir. Bu nedenle koşmak yerine durmak, bulunduğumuz ortamdan keyf almak ve keyiflendirmek izlenecek doğru yol olsa gerek.