Korku imparatorluğu
Kimler korkar? Aslında korku doğuştan gelen bir özellik değildir, sonradan öğrenilir. Dikkat edilirse bebekler korkmaz, büyüdükçe ve giderek artan düzeylerde korkuları artar. Oysa her insanın bir yaşam döngüsü vardır ve bu yaşam döngüsü içinde, belirli bir süre hayatta kalmaktadır. Nihayetinde her canlı gibi insan da ölecektir. Ancak insana diğer canlılarda olmayan biriktirme ve yarını düşünme bağlamında bir özellik yüklenmiştir. Böylece sürekli daha fazlasını isteyen bir yapıya bürünmüştür. Oysa diğer canlılar sadece olduğu zamanda yaşamakta, sonraki zamanı düşünmemektedir. Her ne kadar tilki gibi bazı hayvanlar daha fazlası anlamında biriktirme özelliği gösterse de yine de bunu unutmakta, yeni avlar peşinde koşmaktadır. İnsan da bunun gibidir. Sürekli azla yetinmeyen bir isteklilikle her şeyi istemektedir.
Diğer taraftan çağlar boyunca insanın yaşam felsefesi özgürlük üzerine kurgulanmıştır. Özgürlük korkuları azaltan bir özelliktir. Özgürlüğü ilk dile getirenlerden birisi olan ilkçağ filozoflarından Aristo insanın düşünerek özgür olacağını söylemiştir. Zaten felsefe de insanın düşüncelerinde özgür olacağından hareketle, kendi varlığını sorgulamıştır. Bazı düşünürlerin insanın nasıl özgür olacağına dair fikirleri oldukça ilginçtir. Farabi insanın özgürleşmesini kalbine kulak vererek mümkün olacağını söylerken, Sokrates gezerek özgür olunacağını ifade etmiştir. Özgür olmak sadece bugünün değil, geçmişin de geleceğin de sorunudur. Geçmişte kölelik diye bir sistem kurulmuş, insan insana köle yapılmıştır. Bugün belki böyle bir kölelik sistemi yaygın değildir ancak farklı şekillerde de olsa kölelik sistemi uygulanmaktadır.
Korkunun ve düşmenin anlamını açıklamak üzere bir deney yapılır. Konusunda uzman bir hocaya ders anlatması istenir, harika bir ders anlatır, bu dersi bir de masanın üzerine çıkarak anlatması istenir. Biraz daha az iyi olmakla birlikte yine harika bir ders anlatır. Masanın üzerine bir sandalye konularak, dersi sandalyenin üzerinde anlatması istenir, bu sefer ders kopuk kopuktur, konsantrasyon sorunu vardır. Masanın üzerindeki sandalyenin üzerine de bir başka tabure konularak onun üzerinden ders anlatması istenir, artık cümleler kopuk kopuktur. Bunun sonucunda şu ortaya çıkar. İnsan yükseldikçe korkusu artar. Yükselme sadece yükseğe çıkmak anlamına gelmemektedir. Kariyer olarak da sanatsal veya başka hangi türden yükselme olursa olsun durum aynıdır. Diğer yandan yüksekten düşmek, alçaktan düşmek gibi değildir. Bu nedenle rahmetli babam sıklıkla söylerdi “baş olmaktan sakın, baş düşerse taşa düşer” derdi. Bunun ekonomi literatüründeki karşılığı işgücüdür. İşgücünün özellikleri içinde en önemlisi belki de “işgücünün uzmanlaştıkça seyyâliyeti (değişkenliği) azalır” maddesidir. Yani işgücü uzmanlaştıkça, masanın üzerindeki sandalyedeki adam gibidir. Zira kaybedeceği, asgari ücretli birisinin kaybedeceğinden çok daha fazlasıdır. Bundan dolayı korkar, sürekli tepede kalmak ister.
Bu nedenle insanların yükseldikçe, belki de kaybetme riskinden dolayı korkuları artar. Zira taşa düşeceğinden dolayı korkular, hırçınlığa, tahammülsüzlüğe evrilir. Hoşgörüsüzlüğün zirvesi yükselenlerde görülür. Bir şeyi beğenmez, sürekli bahane bulur ve alttakileri ezer. Elbette kişinin yukarıda kalabilmesinin de bir bedeli vardır. Bu nedenle etrafına doluşan kalabalıklar içinden kullanabileceği uygun kişileri de belirler, düşeceğinde onlara tutunabileceğini düşünür. Oysa düşerken ilk kaçacak olanlar en yakınında olanlardır. Zira masanın üzerinde sandalye, sandalyenin de üzerinde de tabure varsa, düşünce kimin üzerine düşülecek, elbette en yakındakinin üzerine, öyleyse ilk kaçacak olanlar da bunlardır. Hal böyle olunca gerek yaş aldıkça gerekse yükseldikçe insan korkusunun esiri olur. Korkularla yaşar ve korkuları arttıkça da mutsuzluğu artar. Oysa ömür denilen hayat çizgisinin bir başlangıcı varsa, bunun bir de sonu vardır. Bu çizgiyi anlayanlar mutlu, anlayamayanlar ise mutsuz olur. Diğer bir deyişle korkunun ecele faydası yoktur. İnsan ancak kendi korkuları ile yüzleştikçe değer bulur, yaşamın farkına varır ve düştüğünde tutunacak değil, düşse bile incinmeyeceği pozisyonlar yaratır. Bu nedenle korkular bir korku imparatorluğuna dönüşmeden önlenmelidir.