Kim kazanır
Alıp-satanın değil, üretenin zarar görmediği bir sisteme geçmenin zamanı çoktan gelmiştir. Böylece üretici yeniliğe, yenilik bilime ve araştırmaya önem verir.
Hangi düzeyde üretim olursa olsun, üretim her zaman risk içerir. Riskin azaltılmasının önünde 2 seçenek vardır. Ya mevcut düzeni devam ettirerek, sürdürülebilirliği ve kaliteyi korumak ya da değişim yaparak sürdürülebilirliği ve markayı geliştirmek. Hangisi olursa olsun her ikisinde de araştırma ve geliştirme çalışmalarına ihtiyaç vardır. Ancak bunun yapılabilmesi, araştırma ve geliştirme kurumlarının da doğru, etkin ve güvenilir biçimde çalışmasını gerektirir. Bu amaçla dünyayı takip etmek, gelişmeleri ve değişmeleri görmek buna göre pozisyonlar almak önemlidir.
Geçtiğimiz haftalarda Pakistan’da bir üniversitenin yürüttüğü denemelerin ve tohum ıslah çalışmalarının sonuçlarını Amerikalı Tohum Tescil ve Sertifikasyon dairesinden uzman bir kişi ile birlikte gezdim. Burada geliştirilmeye çalışılan buğday çeşitlerinin Avustralya ile birlikte ortak çalışmalar sonucunda yapıldığı gördüm.
Amerikalı Uzman Kaliforniya’dan kaç bin km uzaktan sadece buradaki sonuçların nasıl olduğunu, tarlalardaki görünümden, laboratuvardaki sonuçlarına kadar tüm aşamaları titizlikle inceledi. Benim konum olmamakla birlikte ben de merak ederek, sadece buğday alanlarını değil, tarımın tümünü inceleme fırsatı buldum.
Bende oluşan izlenim, Amerikalı bir uzmanın kaç bin km uzaktan olumlu bir koku almazsa gelmez izlenimini doğurdu. Gerçekten de üretim zor iştir. Bunun tarım kısmı olduğunda ise zorluk derecesi 3’e 5’e katlanır. Çünkü tarımsal üretimde hiçbir zaman 2 kere 2 dört etmez.
Akabinde İtalyan yazar Stefano Mankuso tarafından yazılan “Bitkilere Aşık Adamlar” kitabını okudum. Bugün buğdayda Rusya dominant bir üretici ülke oldu ise bunun nasıl buraya kadar geldiğini gördüm.
Sonuçta şunlar kafamda yer etti. Ne olursa olsun bilimin öncülüğünde ve tarafsız biçimde doğru araştırma geliştirme faaliyetleri yürütülmeli. Elde edilen sonuçlar mutlaka üreticilerle paylaşılmalı ve çiftçilerin üretimlerine destek olunmalı. Yani al-sat yapanlar yerine gerçek üreticiler desteklenmeli ve mutlaka korunmalı…
Peki ama nasıl? Aslında cevap çok basit.
Destekleme tüketicilere ya da tüketime değil, üretime verilmeli. Örneğin; enflasyonun sebebi olarak gösterilen gıda fiyatlarındaki artışın nedeni asla üreticiler değildir. Ancak bunun nedeni olarak üreticiler gösterilmekte, bunların üretimden soğutulması için başka kaynaklardan ithalat yoluyla dengeleme yapılmak istenmektedir.
Oysa yüksek fiyatlar üretimi teşvik eder, üreticilere şevk ve enerji verir. Zaten kimse karışmasa bir süre sonra üretici de fiyatını tüketimle dengeleme yoluna giderek, artışları durdurur.
Ancak popülist yaklaşımlar, üretimi değil tüketimi öncellemekte, tüketici sayısının çokluğu nedeni ile tüketiciler giderek daha etkin duruma gelmektedirler. Hal böyle olunca da üreticinin sıkıntısı ve derdi, tüketimi ve tüketiciyi hiç ilgilendirmemekte.
Oysa üretim denen şey onlarca riski almak ve bunlarla mücadele etmek demektir. Hayatında bir defa bile elmayı dalından koparmamış, bir ineğin başına dokunmamış kişi, pazarda/markette bunun pahalı olduğunu, şeklinin, büyüklüğünün, renginin kendi istediği gibi olmadığından şikâyet etmektedir. Karar vericiler de bu şikayetleri dinlemekte, üreticinin ne şartlarla ve nasıl üretim yaptığını umursamadan kararlar alabilmektedir.
Özellikle tarım alanında iş bilmeyenler, sıcacık ortamlarda bilgisayar klavyelerine basar gibi elma toplanacağını, ineğin sağılacağını ya da peynir yapılabileceğini sanmaktadırlar.
Gerçek ise asla böyle değildir. Gerçek üreticilerise biraz empati yapılarak sadece anlaşılmak istemektedirler. Ancak günümüz digital dünyası bunu bile üreticilere çok görmektedir.