İnsanı alıklaştıran nedir?
İnsan birilerinin etkisi ile yaşamını devam ettirmektedir. Birçoklarının yaşamı el ne der üzerine kuruludur. Bunun için doğal davranış yerine doğallığını kaybetmiş suni davranışlar gösterir. İşte bundan hareketle de mevcut ekonomik sistem reklamlar üzerine kurulu bir algoritma sunar. Reklamlar ise insanı alıklaştırmaya yarayan bir özellik taşır. Bir araştırmaya göre bir insanın bir günde karşılaştığı reklam miktarı 3 bini aşmış durumda. Hal böyle olunca da bundan etkilenmemek, reklamların bize söylediği şekilde yaşamak dışında yapabileceğimiz bir şey de bulunmamaktadır.
Reklamlar en hızlı büyüyen sektörlerin başında gelmektedir. Reklam sektörü, sürekli tüketime hizmet etmekte, bu sayede ekonominin büyümesini sağlamaktadır. Dünyada reklam harcamaları 2023 yılında %4,4 oranında büyüyerek 1 trilyon dolara yaklaşmıştır. 2024 yılı sonunda 1 trilyon doları aşması beklenmektedir. Bu değer Türkiye ekonomisine eşdeğer bir büyüklük gösterir. Türkiye’de de sektörün büyümesi hızla artarak 2023 yılı itibariyle 140 milyar doları aşmıştır.
Reklam sektörü iki nedenle önemlidir. Birincisi ekonominin büyümesi için, oysa sonsuz büyüme mümkün değildir. Sürekli büyümeyi teşvik etmek için reklamların devam ettirilmesi gereklidir. Aksi durumda sonsuz büyümeyi sağlamak mümkün olmaz. Büyüme üzerine kurulan üretim tarzı, büyüme ile yok olma arasındaki ikileme sıkışmış durumdadır. Bu da sektörün sürekli ve giderek büyümesine neden olmaktadır. İkincisi üretim ile ihtiyaçlar arasındaki ilişki ters yüz olmuş durumdadır. Normal bir işleyişte bu ilişkinin ihtiyaçtan üretime doğru olması gerekir. Bir ihtiyaç ortaya çıkıyorsa buna uygun üretim gerçekleşmelidir. Ancak sistem bunu tersten düzenlemektedir. Üretim yapılmakta, buna uygun tüketim seçenekleri sunulmaktadır. İşte sorun burada ortaya çıkmaktadır. Üretilenin satılması gerekir. Reklam burada devreye giriyor, insanı alıklaştırarak tüketime yönelik davranışa itiyor. Satış olmadan üretim yapmanın bir anlamı olmayacağı için bunun gerçekleşmesi gerekiyor. Burada reklam, moda ve marka ortaya çıkıyor. Dolayısıyla çok satmak, maliyetinden daha yüksek fiyatla satmak, toplumu tüketime yöneltmek, böylece üretimi giderek büyütmek hedeflenmektedir. Burada reklamlar bir silah olarak kullanılmaktadır. Normalde çok daha azına ihtiyacı olan bir insana ihtiyacının çok daha fazlasını satmak, böylece üretimi teşvik etmek gerçekleşmektedir.
Reklam potansiyel müşterileri [satın alabilir durumda olanlar] daha fazla satın almasını sağlamak üzere kelimeleri deforme, dili ve sembolleri manipüle ediyor, kelimelerin ve kavramların içini boşaltıyor. İnsanlarda satın alma istek ve arzusunu harekete geçirmek için göze pek de görünmeyen bir strateji uyguluyor. Bütün bu reklam stratejisinin amacı insanları satın almaya ikna etmek ve o amaç için aldatmaktır. Reklam, kimi zaman gülünç, kimi zaman 'sempatik', kimi zaman da şaşırtıcı görüntü, imaj ve dille tehlikeli bir iş yapmaktadır. Sürekli yenilenen bıktırıcı imajlar, sözler, görüntüler, sesler, gibi insanları alıklaştırıp- yaşamın anlamını yok ediyor. İnsanların düşünme yeteneğini köreltiyor, iyiyle-kötüyü, doğruyla-yanlışı, güzelle-çirkin ayrımı yapmasını zorlaştırıyor. Bunları söylerken reklamcılar "insanları akılsız, kolay kandırılır yaratıklar olarak mı görüyor” düşüncesine kapılabiliriz. Buna içtenlikle “evet“ demek mümkündür. Ancak gerçek böyle değildir. Burada ana amaç insanları ne olursa olsun, işi yarasın ya da yaramasın, ihtiyaç ya da değil önemli olmaksızın ikna ederek satın almaya yöneltmektir.
Her insan manipüle edilebilir, etkilenebilir ve şartlandırılabilir. Sürekli, bıktırıcı tekrar eden reklam asla işlevsiz değildir. George Orwell "64 bininci tekrarda her şey gerçek haline gelir" demiştir. Gerçekte bir şey ne kadar çok tekrarlanırsa bilinç altına yerleşme olasılığı da doğru orantılı olarak büyümektedir. Bu konuda yapılan deneyleri hatırlarsak, zil çaldığında ya da bir takım işaret ve imgelerde şartlı refleks verildiğini herkes bilmektedir. Reklamın ya da reklamcıların başarısı insana insanlığını unutturmaktan geçiyor.
Acaba buna ihtiyaç var mıdır? Bir şey üretmek demek doğadan bir şeyler almak, eksiltmek demektir. Hepimiz bilmekteyiz ki dünyanın kaynakları sınırlıdır. Reklamlar her gün binlerce defa 'daha çok satın al, daha çok tüket' diyor ancak üretilenin önemli bir kısmı çöpe atılıyor. Çöpe atmak için üretimin kural haline geldiği bir dünyada milyonlarca insan açlıkla mücadele ediyor. Bu durumun bugünün üretim tarzına uygun yegâne rasyonel üretim tarzı olduğuna insanlar inandırılıyor. Üretim ve tüketim çılgınlığı ve atıklar doğa tahribatını derinleştirirken, insanı alıklaştırıyor, toplumu kirletiyor, doğayı yok ediyor. Biriken çöp dağları, toplu yerlerde görülen devasa boyutlara ulaşan gıda atıkları, trafik, alışveriş merkezlerinde olan kalabalıklar, sürekli tüketim arayışındadır. “Gerekli midir?” sorusunu kendimize sormanın vakti geldi diye düşünüyorum…