İnsan Ne ile Yaşar?
Ünlü Rus yazarı Tolstoy zenginlerin yazarı olarak bilinir. Dönemdaşı Dostoyevski ise fakirlerin ve düşkünlerin yazarıdır. Gerçekten de her ikisinin kitaplarındaki konular ve öyküler yaşamlarındaki bu durumu açıklar. Tolstoy yazdığı kitaplar ve hikayelerinde döneminde sarayı, ihtişamı ve zenginlerin neler istediğinden bahseder. Ayrıca “insan ne ile yaşar” adıyla yazdığı küçük hikayelerle de insanı arar. Bu eserinde insan yaşamına dair kendine hayati sorular sorarken, bu soruları iyilik-kötülük; yaşam-ölüm, harislik-kanaatkarlık benzeri karşıtlıkları temel aldığı ahlaki bir çerçevede yanıtlar. Aslında bir şeyi anlayabilmek için de zıttının var olması gerekir. Siyah olmadan beyazı, gece olmadan gündüzü anlayamayız. İşte Tolstoy da bu ikilem içinde kitabında hırsı anlatır. Hırs acaba şeytanın kendisi midir? diye sormaktan da kendisini alamaz. Zira en tehlikeli davranışlardan birisi şüphesiz hırstır. Öyle ya inancımıza göre Allah insana sınır koyar, bunu yapmayacaksın der. İnsan ne yapar? Allah’ın yapma dediğini yapar, elmayı ısırır ve cennetten kovulur.
Günümüzde de böyle değil midir? Sınırlar vardır, birisinin sınırı, diğerinin sınırının bittiği yerde başlar. Bu nedenle kısıtlılıklara dikkat etmemiz gerekir. Ancak öyle bir ortamdayız ki sınırlara dikkat eden, diğerinin hak ve hukukunu koruyan kimseler enayi olarak nitelenmekte, kanmasaydın, aldanmasaydın, akıllı olsaydın gibi tanımlamalarla aşağılanmaktadır. Acaba diyorum insan etrafında olup bitenden hiç ibret almıyor mu? Bir yerde okumuştum, en adili ölüm diyordu. Hakikaten en adil olan ölümdür. Kimsenin gözünün yaşına bakmadan sırası geldiğinde sistemi durduruyor. Buna rağmen insan ibret almıyor. İşte usta yazar Tolstoy toprak sahibi, soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Çocuk yaşta anne ve babası öldüğü için, akrabaları tarafından yetiştirilir. 16 yaşında Rusya’da Kazan Üniversitesi’ne girer ancak bir süre sonra, formal eğitime duyduğu tepki nedeniyle üniversiteden ayrılarak hem topraklarını yöneterek hem de kendi kendini eğitir. Soylu ve saray yaşamından hikayeler ile iyi – kötü kavramını sorgulayarak, ikilemleri anlatır. Dostoyevski tam tersi bir yaşam ve anlatım benimser. Örneğin Suç ve Ceza’da bir Rus aydını olan Raskolnikov’un işlediği cinayeti aklama çalışması anlatılır. Burada da insan iyi olanın dışında hiçbir şey yapmamalıdır ana fikri üzerinden romanını kurgular. Tolstoy’daki gibi vicdan hesaplaşması vardır.
Görüldüğü gibi dünyada biri fakir diğeri zengin her iki dev yazarın ortak fikri insanın iyi ile kötü arasındaki yolculuğudur. Buradan şu sonuçlara ulaşabiliriz. İnsan önce kendi varlığını sorgulayacaktır. Ve ne olursa olsun, hangi şart ve koşulda olsa dahi iyi olmalıdır. Zira bir tek gerçek vardır. O da insanın kendisidir, buna vicdan da denilmektedir. İnsan bir tek kendisine yalan söyleyememektedir. Yalan söyleyemeyen insan ise ya iyi olacak ya da hırsına kapılarak kötü olacaktır. Bunun ortası yoktur. Bu nedenle birçok düşünür, yazar ya da kanaat önderinin vicdan üzerinden kendisini sorguladığını görüyoruz. İlkçağın en önemli düşünürlerinden olan Sokrates’te de durum aynıdır. Ölüm cezası verildiğinde, yüzyıllardır ders olarak okutulan o meşhur savunmasını yapar. Buna karşılık ölüm cezası verilir. Ölüm cezası uygulanacağı zaman karısının haksız yere idam edileceğini biliyorsun, neden kaçmıyorsun sözüne karşılık, Sokrates “haklı olarak, idam edilseydim daha mı iyiydi” diyerek müthiş bir cevap verir. Sokrates, soru-cevap yöntemi ile yaptığı sorgulamada da insanların iyiye, güzele, erdeme yönelik sürekli bir düşünce arayışı içinde olmalarının sağlanması gerektiğini söyler.
Aslında zaten doğru olanın insanın kendisini sorgulaması ve buna uygun olarak da vicdanı ile kendisini test etmesi değil midir? Gerçekte olan budur. Diğer taraftan insan manevi tatmini sağlayamadığı için bunu maddi varlıklarla karşılamaya çalışıyor. Günümüz insan modeli budur. Böylece maddiyatın, varlığın, fiziksel değişimlerin maneviyatını güçlendireceği sanılıyor. Ne yazık ki bu gerçekleşmediği içinde sürekli bir vicdan rahatsızlığı çekiliyor. Bu nedenle etrafımızda olup bitenler bu tatminsizliğin bir sonucu olarak sadece kişinin kendisini değil, yakınında bulunan herkesi rahatsız ediyor. Bugünün dünyasının temel sorunu bence budur.