Filistin Meselesi
Herkesin her şeyi konuştuğu bir dönemde tarım tarihi ile ilgilenen birisi olarak, benim de tarımın başlangıç noktası konusunda birkaç kelam etmem doğrudur herhalde. Ben Filistin olayına siyasi olarak bakmıyorum. Tarım Tarihi açısından olayları değerlendirmek istiyorum. Öncelikle o bölgenin tarihi, insanın göçebelikten yerleşik hayata geçmesi ile başlıyor. Buna tarım devrimi deniliyor. Bölgenin kutsal kitaplarda bahsedilen Kenan İli olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu bölge tarımın ilk yapıldığı yerler olarak da bilinir. Yaptığım araştırmalar neticesinde ilk peygamber Hz. Adem’in de cennetten bu bölgeye indirildiğini tahmin ediyorum. Bu nedenle özellikle Yahudiler, sonra da Hıristiyanlar tarafından bölge kutsal olarak nitelendirilmiştir. İslam dini önceleri Kudüs merkezli olarak beldeyi kutsal olarak nitelese de daha sonra kutsal belde olarak Mekke’yi merkez almıştır. Dolayısıyla Müslümanlar tarafından dini açıdan kısmen kutsal addedilse de esas olarak kutsal belde Mekke’dir. Şüphesiz her yer, belde ve yerleşim yeri önemlidir. Ancak tarım açısından önemli olan biyoçeşitliliğin zengin olduğu yerlerdir. Zira o yerler bitkinin, hayvanın ilkel formlarının orada yaşamını hala devam ettirmekte olduğunu göstermektedir. Hal böyle olunca da ilkel formlardan bugünün gelişmiş formlarına dönüşmesi, ancak ihtiyaç durumlarında ilkel formlarına geri dönülmesi önemlidir. Bu bakımdan biyolojik çeşitlilik tarımın kalbidir. Giderek biyoçeşitliliğin yok edildiğini görerek, üzülüyoruz. Buna karşılık bitkilerin ilkel formlarının çeşit bahçelerinde ya da tohum bankalarında saklanması ise bitkilerin yabani formlarının yok oluşunu engellediği düşünülmektedir. Bu nedenle Dünya’da Norveç’te bir tohum bankası kurulduğu bilinmektedir. Biyolojik çeşitlilik sadece bugünün değil, geleceğin de güvencesidir. İşte bu nedenle biyolojik çeşitliliğin merkezi konumunda olan Filistin bölgesi, birçok bitkinin anavatanı konumundadır. Orada meydana gelen savaş sadece çocukları, kadınları, insanları değil, bitkileri, hayvanları, toprakta bulunan mantarları, bakterileri hatta virüsleri bile yok etmektedir. Bu sadece insanlığa yönelen bir soykırım değil, ekolojiye de yönelen bir ihanettir. Böylece devam eden savaş ilkçağlardan bu yana tarımın kalbi olan Kenan ilini sonsuza dek karanlığa gömmektedir. Diğer yandan olayın bir Yahudi & Müslüman çatışması şeklinde ifade edilmesi de tarihe ihanettir. Bu Hz. İbrahim’in iki oğlunun da tıpkı Hz. Adem’in iki oğlu arasındaki kıskançlık benzeri bir olay gibi de değerlendirilebilir. Bilindiği gibi Habil ve Kabil Hz. Adem’in 2 oğludur. Bu oğullar birbiri ile Allah’a sunulan adaklarının kabul edilip/edilmemesi nedeniyle tartışır. Kabil, Habil’in sunduğu adakların kabulünü içine sindiremez, kıskançlık yapar ve kardeşini öldürür. Aslında olan adakların kabulü ya da kabul olmaması değil niyetlerdir. Habil iyi niyeti ile en iyi ve değerli mallarını Allah’a sunarken, Kabil bozuk niyetle en iyilerini değil, bir derece düşük olan mallarını sunar. Allah’ın niyetleri bileceğini düşünmez, oysa hepimiz biliyoruz ki Allah niyetleri de bilendir (Isra, 25.ayet). İşte Hz. İbrahim’in karısı Sara’dan olan oğlu İshak ile diğer karısı Hacer’den olan oğlu İsmail arasındaki anlaşmazlık ve kavga da yıllardır bundan dolayı devam edegelmektedir. Niyetlerin binlerce yıl sonrasına yansıması, bugünkü toplumların aralarında savaşına dönmesinin tarihi gerçekleri bunlardır. Bugün Filistin’de meydana gelen soykırım, sadece bir halkı değil, kendinden olan diğer halkı da rahatsız etmekte, herkesi birkaç fanatiğin ve benden olmayanları öldüren katile ya da Kabil’e dönüştürmektedir. Tarımın sıfır noktasında olan bir yerde olan olaylar siyasi olandan çok ekolojik soykırıma giden yolda insan soyunun gen kaynaklarına yönelmektedir. Burada ölen sadece insan değil, o bölgenin ilkçağlardan bu yana olan tüm birikimidir. Kabil’i kim durdurmuşsa bugün İsrailliler içinde bulunan canavarları da ancak o durdurabilir. Kabil nasıl ki kardeşini öldürdüyse, bugün o İsrail Başbakanı olup ortaya çıkmış ve kardeşini öldürmekten bir an bile tereddüt etmemiştir. Ne yazık ki Habil’in tarafında olan insanlık ise giderek ölmekte, tüm dünya halkları ise sadece seyretmektedir. Oysa ölen sadece insan değil hem insanlık hem de ekolojidir. Ekolojik soykırım bölgeyi ateş çemberine dönüştürmüş ve her şeyin yok olduğu bir noktaya taşımaktadır. Dolayısıyla ilk insanın geni de böylelikle yok olma aşamasına gelmiştir.