Mithat Direk

Mithat Direk

Cehalet

Cehalet

Günümüzde herkes herkesi cahillikle, iş bilmemezlikle ve ahmaklıkla suçlamaktadır. Gerçekten böyle midir? Her insanın bir eşref saati bir de eşek saati vardır. Cahil insanlar ise karşısındaki insanın hassas olduğu konularda damarına basar, önce sinirlendirir sonra da kendi seviyesine indirerek ona hakaretler eder.

Bir söz vardır, “edepsiz susturdum sanır, oysa edepli edebinden susar.” İnsanlar susunca karşısındaki bir şey bilmiyor sanır. Aslında herkes her şeyin farkında ancak bazen çaresizlikten bazen de alternatifsizlikten susmaya mecbur kalmaktadır. Bu durum en çok da adına sosyal medya denilen ortamda meydana gelmektedir. Birgün birisi meslek platformunda bir böceğin resmini yayınlayarak, buna karşı ne yapabilirim diye sordu. Ben de meslek sorumluluğu gereği bildiğimi söyledim. Oradan meslek ile hiç alakalı olmayan birisi Google bilgileri ile sen yanlış biliyorsun diyerek, kendi düşünce ve görüşlerini hakarete varan şekilde yorum olarak yazdı. Ben de olayı etraflıca ve bilimsel boyutuna uygun şekilde açıkladım. Bu kez o yanlış bilgilerini Google resimleri ile destekleyerek ısrarla sen bilmiyorsun şeklinde biraz hakaret ederek yorumun altına yeniden yazınca, peki ben bilmiyorum sen biliyorsun diyerek geri çekildim.

Bu yazışmalara Adana’dan sınıf arkadaşım dayanamayarak tartışmaya katıldı, sen ne diyorsun bakımından cevap verince, anladım ki cehalet sadece kendi bilgisini doğru kabul etme ile oluyor. Sadece ben bilirim, benim dediğim olacak ya da ben en mükemmelim diğerleri tu kaka şeklinde ortaya çıkıyor. Bu hemen her konuda gerek mesleki gerek dini, ahlaki ya da hukuki alanlarda olsun fark etmiyor. Bilindik bir söz, çok denilirdi bar sandalyesinde hükümet kurulur, hükümet yıkılır diye. Bugün bar sandalyesinde değil belki, sosyal medya platformlarında her konuda bilsin bilmesin fikri olan onlarca cahil insanlarla muhatap oluyoruz. Anladığım kadarıyla kendi sığ görüşünü, düşüncesini kimsenin önemsemediği kimseler, sırf laf olsun diyerek sosyal medyayı işgal etmiş durumdalar.

Eskiden Konya’da çok meşhur birisi vardı, eski Konyalıların iyi bildiği Tayyıp ağa. Tayba da denilen bu zatın Aziziye cami yanında bir bakkal dükkânı varmış. Babam anlatırdı. Bazen sebze filan satarmış, o da bir şeyler ikram eder, konuşurlarmış. 1940-50’li yıllar. Akil insanlardan birisi olduğu için sözü dinlenir, sohbeti keyif verirmiş. Tayyıp ağa bir gün İstanbul’a gitmiş. O zamanın Konya yerel kıyafetleri ile boğazdan kayık ile karşıya geçilecek. Tayyıp ağa kayığa oturmuş, yanına da bir beyefendi gelmiş. Bizim Tayyıp ağayı gören beyefendi, onu küçümser bir tavırla arkasını dönerek oturmuş. Bu durum Tayyıp ağanın zoruna gitmiş, adamın omuzuna dokunmuş, “bey, bey bu deniz derin mi? Ben Konya’da daldım da su dizime geliyordu” demiş. Adam tabii deli mi ne demiş. Oysa Tayyıp ağa orada adamın cehaletini ince bir laf ile yüzüne vurmuş. Bugün benzer durumda unvanı, eğitimi yüksek ancak cahil olan, sığ bilgisi ile derin tahliller yapma cesareti gösteren, bar sandalyesindeki sarhoşlar gibi dolaşan adamlar her yerde. En çok da sosyal medya platformlarında. Nereden ve nasıl beslendiğini bilmiyorum, bunların işi gücü yok mu, demekten de kendimi alamıyorum. Herhangi bir konuda yapılan paylaşımların ilgisi olsun ya da olmasın derin konular içeren tahliller yapan, dalga geçen, tiye alan, sulandıran yorumlara hayretle bakıyorum. Bunu yapanların hiç mi işi gücü yok, sürekli burada nöbetçi gibi gece gündüz bekleyerek tanıdığı/tanımadığı birilerine laf yetiştirmeyi görev addeden kimseler mi acaba nereden destek alıyor, geçimini nasıl sağlıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Öyle ya hemen herkes bir işle meşgul, sürekli sosyal medyada aktif olmak ancak boş gezenin boş kalfası olmayı gerektirmiyor mu? Çözüm aslında çok basit ama başta bu platformları kuran kimseler bunu hiç ama hiç istemiyor. Bunun üzerine kendimce bulduğum çözüm, birilerine cevap vermemek şeklinde oluyor. Anlayana cevap vermemekte aslında bir cevaptır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mithat Direk Arşivi