Yazık bu kiracılara
Kiracının biri, ev sahibine “Senden kiraladığımız evde sıçanlar cirit atıyor” diye tutturmuş. Ev sahibi: “Hadi yahu git işine, sıçan mıçan yoktur o evde” diyormuş.
Kiracı ısrar ediyormuş: “Gel de kendi gözlerinle gör, sıçan var mı yok mu bakalım”
Ev sahibi ısrara dayanamamış, kalkmış gitmiş kiracısına. Ve kiracı, salona bir parça peynir koyunca hemen bir fare çıkıp gelmiş.
Ev sahibi: “Canım bir tek fareyi de bu kadar abartmaya gerek yok, diyormuş.
Kiracı: “Dur bekle” demiş. Sonra da bir parça peynir daha koymuş. Bu kez 2 sıçan birden girmiş salona. Ev sahibi bir hayli şaşkın farelere bakarken, bir de balık çıkmaz mı? Ayağa kalkarak bağırmış ev sahibi: “Bu balık da ne?”
Kiracı: “Hele şu sıçan sorununu çözümleyelim, rutubeti ondan sonra konuşacağız” demiş.
Konuya biraz gülümsetecek bir fıkra ile başladım ama aslında konu gerçekten çok ilginç ve bir o kadar da üzücü…
İlanlarda görüyoruz hep; kiralık evlerin fiyatları 700TL’den başlıyor. Oturulacak, kullanışlı bir evin kirası 1000TL.
Şimdi, ister istemez merak ediyorum; 1000TL kira ödeyen birisi ayda kaç lira kazanıyordur? 1000TL kira ödenen evde, asgari 500TL de aidat vb. vardır. Bunun elektriği, suyu, doğalgazı, interneti var. Mutfak masrafı,vs. var. Mecburi masraflar nereden bakarsanız 5000TL’den aşağı değil. Sırf evin zaruri masraflarına 5000TL ayıran birisinin en az 15000TL aylık geliri olması şart bence. Bu da sanırım milletvekili maaşından daha fazla.
Vatandaşlarda ortalamanın bu şekilde olduğunu düşünürsek Gerek ev sahiplerinin gerekse kiracıların oldukça iyi kazandıklarını da düşünebiliriz sanırım.
Ama ne diyeyim, ev sahibinin işine karışılmazmış. Hani bir hikaye vardır ya; “Sultan II. Mahmud ile veziri tebdil-i kıyafet dolaşıyorlarmış. Dağ bayır giderken, bir çobanın kulübesine rastlamışlar. Varıp kapısını çalmışlar. Çoban da misafirlerini 'Kimsiniz?' demeden içeri almış. İçerisi bir hayli soğukmuş. Sobada da yanan bir şey yokmuş. Çoban bakmış ki misafirleri üşüyecekler, “Bismillâh” demiş, köşedeki iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Vaziyeti anlayan padişah hemen müdahale etmiş: “Aman efendi, biz üşümüyoruz. Isınmak için iskemle yakılır mı? Çoban padişahın sözünü duyunca, bir kızmış. Gelip padişahın ensesine bir tokat patlatmış. “Bre densiz, bilmez misin ki ev sahibinin işine karışılmaz. Vezir kıpkırmızı olmuş. Ama tebdil-i kıyafet olduklarından ne padişah, ne o vaziyeti idare etmişler. Neyse biraz oturup hoş beş etmişler. Padişah çobanın ağzını aramış, ahalinin vaziyeti hakkında epeyce konuşturmuş. Derken iskemle yanıp bitmiş. Bunu gören çoban da, bu sefer kendi oturduğu iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Padişah yine dayanamamış: “Dur ne yapıyorsun, bari onu yakma, diye atılmış. Tabii yine tokadı yemiş: “Demedim mi size ev sahibinin işine karışılmaz” demiş çoban. Padişah bu işe içerlermiş. “Ben de sana göstermezsem...” diye içinden bir plân kurmuş. Artık ayrılık vakti gelip vedalaşırlarken padişah çobana ismini, yurdunu söylemiş, eline kâğıt tutuşturmuş ve “Biz de seni bekleriz efendi” demiş.
Padişah sarayına dönmüş, aradan zaman geçmiş. Derken bir gün bizim çoban, yolları dolana dolana saraya gelmiş. Padişahın misafiri olduğunu söyleyip, elindeki kâğıdı göstermiş. Hemen padişaha haber vermişler. O da sarayın boğaza bakan bir balkonuna mükemmel bir sofra kurdurup, misafirini buyur etmiş. Çoban, vezir ve padişah birlikte sofraya oturmuşlar. Çoban iştahla yemeklerden yiyormuş. Padişah da biten yemeklerin çok kıymetli gümüş, porselen tabaklarını tutup denize fırlatıyormuş. Yemek devam ediyor, padişah boşalan tabakları atıyormuş ama çobandan hiç ses çıkmıyormuş. Sanki böyle bir âdet varmışçasına denize giden güzelim tabaklara sesini çıkartmıyormuş. Sonunda vezir dayanamamış ve bir aralık padişah yine bir tabağı atarken “Aman padişahım, bütün tabakları denize attınız. Onlar hazinenizin çok kıymetli parçalarıydı.” demiş. Çoban dönmüş ve vezirin ensesine bir tokat patlatmış: “Hâlâ öğrenemedin mi vezir efendi, ev sahibinin işine karışılmaz”.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.