Kartalkaya, Konya, sırada ne var?
Bizde her şeyi Devletten beklemek gibi bir düşünce hakimdir. Yani ne olursa olsun, bizler vatandaş olarak parmağımızı kıpırdatmayalım Devlet bizim adımıza yapsın diye düşünürüz.
Bu arada bizler iltiması da seven insanlarız. Yani bunu bir “hava” meselesi yaparız. Mesela düşünsenize herkesin sırada beklediği bir yerde bir “torpil” bularak sıra beklemeden girmek, bizler için “övünç” meselesidir. Tabii şunu söylemeden geçmeyeyim, her birimiz bu tür iltimaslara lafta çok karşıyızdır(!) Lafa geldiği zaman “en ideal insan tipi” olan bizler, iş pratiğe geldiği zaman insanlığımızdan eser kalmaz.
Mevlana Hazretlerinin “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü sizce laf olsun diye mi söylenmiştir?
Bu yazdığıma kızanlar da muhakkak olacaktır. Çünkü bizdeki “halkçı” olduğunu söyleyenler de, maalesef, “halkçılıkla”, “halk dalkavukluğunu” karıştırırlar.
Bir kere bu vatandaşlıkla ilgili tespiti önümüze koyacağız ve çözümleri de bu tespit etrafında yapmak zorunda olduğumuzu bileceğiz.
Kartalkaya’da yanmıştık hemen ardından da Konya’da göçük altında kaldık. Canımız yandı, içimiz acıdı ancak bu tür olaylara çözüm bulamamanın getirdiği çaresizlik ve belki de beceriksizlik içimizi yakmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Aslında burada vatandaş olarak ölümlere üzülüyoruz muhakkak ama bir de ayrıca “acaba biz nasıl öleceğiz” diye bir sorgulama içerisine girmekten dolayı tedirginlik yaşıyoruz. Yani acaba insan hayatının ucuz olduğu ülkemizde nasıl bir olayla yaşamımız son bulacak?
Mesela 2004-2014 yılları arasında karayolundaki trafik kazalarından dolayı 500’ün üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetmiş. Karayolları güvensiz diye demiryollarına gidelim demişiz, bu sefer 2004’ten itibaren 4 tane büyük tren kazasında 80 civarında vatandaşımız ölmüş.
Yani ülkemizde yolda yürürken balkondan düşen bir saksı da sizi öldürebilir, bir reklam levhası kafanıza geçer o da öldürebilir. Yolda “merhaba” dediğiniz bir çocuk da bıçaklayarak öldürebilir; trafikte kurallara uymanızdan ötürü arkanızda duran aracın sürücüsü de kızıp öldürebilir.
Hani Şair Orhan Veli diyor ya;
Bedava yaşıyoruz dostlar bedava
Hava bedava bulut bedava
Kelle fiyatına hürriyet
Esirlik bedava
Peki, bunun değişmesi için ne yapmalıyız? Öncelikle yurttaş olmalıyız. Yurttaşlık, vatandaşlık bilincine sahip olmalıyız.
Son bir hafta içerisinde 2 tane büyük facia yaşadık. Ve hala kimin sorumluluğu, kimin suçu bilmiyoruz. Çünkü karar verilemiyor. Kartalkaya’da Bakanlık mı suçlu, Belediye mi suçlu, İl Özel İdaresi mi suçlu? Belli değil.
Konya’da neyse ki hemen iskanı, imarı ve bunun belgelerini ortaya koyan belediyeler bu işten suçlu tutulmasa da orada da balıkçı mı suçlu, alttaki tamirci mi suçlu bunlar konuşulup duruyor. Ve daha uzun süre de konuşulmaya devam edilecektir.
Bilmeyenler için Zümrüt Apartmanı faciasının sonucunda ne oldu? 3 tane belediye görevlisine 2 yıl hapis cezası verildi. Cezaları ertelendi. Belediye Başkanının yargılanmasına zaten İçişleri Bakanlığı izin vermedi. Müteahhit Ali Vedat Kaya’ya 5 yıl hapis; taşeron İsmail Hakkı Canlıer’e 4 yıl hapis; proje sorumlusu Halil İbrahim Elliiki’ye de 2 yıl hapis cezası verildi. 92 kişi ölmüştü.
Şimdi yazının en başına dönersek; öncelikle biz bir Avrupa toplumu değiliz. Dolayısıyla bizim yasalarımız kendi gerçeklerimizle örtüşmek zorunda. “Mal canın yongasıdır” diyen bir toplumda öncelikle o malın üzerindeki tasarrufların tüm sorumluluğunu malın sahibine vermek gerekmektedir.
Bir malı en iyi kendi sahibi korur ve bilir. Eğer dükkanında bir kolon kesilmişse bunu en iyi o dükkan sahibi bilir. Otelde yapılması gereken şeyler, alınması gereken önlemler varsa bunu en iyi otelin mülk sahibi bilir.
Dolayısıyla bu tür olaylarda ilk cezai işlem mülk sahiplerine yönlendirilmelidir. Mülk sahibi bu yasal sorumlulukla karşılaştığı zaman inanın kendi mülkünü Hükümetten de Devletten de çok daha iyi denetler. Bence bu tür davalarda çözümü bu ayak üzerine oturtmalıdır. Böylelikle “siyasi iltimasın” bile önüne geçmiş olunur.
Düşünsenize dükkanını kiraya vermiş bir mülk sahibi, dükkanında bir kolon kesilse, kendi başına bir iş gelmemesi için hemen gidip konuyu yetkili makamlara iletecektir. Ve bu makamlar da kendi başlarına bir iş gelmesin diye derhal gereğini yapacaklardır.
Şimdi bir de Konya’da bilindiği üzere Nişantaşı Mahallesindeki iş merkezleri durumu vardır. Demirci, Kemerli ve Nüve iş merkezleri için belediyeden tahliye kararı çıkmıştı. 4 Eylül’de Belediye tarafından iş merkezi mülk sahiplerine yazı gönderilmişti ve 90 gün süre verilmişti. Bu 90 gün süre de Aralık ayının başı itibariyle dolmuştu. Ancak mülk sahipleri İdare Mahkemesine gitmişler ve “yürütmeyi durdurma” kararı çıkartmışlardı. (Yani Belediye bu yapı risklidir, her an başına bir şey gelebilir demeye çalışıyor. Mahkeme de “bu durumu biraz bekletin” demeye gelen bir cevap vermiş oluyor.)
Allah göstermesin bu süreçte orada istenmeyen bir sonuç ortaya çıkarsa bundan kimi sorumlu tutacağız? Hükümeti mi, Bakanlığı mı yoksa belediyeyi mi?
İşte ceza kanununda mülk sahibini merkez olarak aldığımızda bu sorunların hepsi çözülmüş olacak. Devlet öncelikle mülk sahibinin yakasına yapışacak. Mülk sahibi de hareket tarzını kendisinin ceza alma olasılığının en çok olacağı düşüncesiyle belirleyecektir.
Gelin bu konuyu iyi düşünün eğer kanun zoruyla, zoraki bazı kararlar alınmazsa, vatandaşın vicdani sorumluluğuyla bir adım öteye gidemeyiz. Çünkü vatandaşımız vicdani karar verememektedir.
Dostlukla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.