Deprem öldürür
Deprem olduğunda yanlış, hatalı ve kusurlu yapılan binalar yıkıldı. Bu yıkılmalarda binlerce insan enkaz altında kalarak hayatını kaybetti.
Elbette bu çok büyük bir dram ancak ondan daha büyük olanı kuraklıktır. Her ne kadar bundan daha büyük felaket olur mu diyebilirsiniz. Doğrudur deprem insanın içini yakan çok büyük bir felakettir. Bundan daha zorlusu ise susuzluktur.
Deprem öldürür ancak susuzluk (kuraklık) süründürür. İnsan yaşamının temel ihtiyaçlarından birisi nefes alma ise bunun devamı sudur. Su ve gıda yaşamın temelini meydana getirir. Bu unsurların yetersizliği insan hayatının sıkıntılı ve zor geçmesine neden olur. Diğer bir deyişle sürünmesine neden olur. Bu nedenle yapılan yanlışlar, deprem sırasında olduğu gibi binlerce kişinin ölümüne neden olmasa da yetersiz beslenme ya da susuzluk milyonlarca insanın yavaş yavaş ölümüne neden olmaktadır.
Oysa dünya çok büyük, milyarlarca insanın rahat bir şekilde yaşamasına yetecek kadar da kaynakları olan bir yerdir. Bu kaynakların doğru, akılcı ve sürdürülebilir biçimde kullanılması hemen herkese yeterli gıdanın üretilmesine yetecek düzeydedir. Ancak bunun doğru kullanılmaması kısa sürede kazanç sağlasa da uzun sürede kaynakların geri döndürülemez biçimde kaybolmasına neden olur. Örneğin; orman arazilerinde açılan alanlar kısa sürede çok verimlidir, ancak bir süre sonra verimsizleşir hem orman varlığı kaybolur hem de bir daha o arazi kullanılamaz biçimde yok olur. Bunun tipik örneklerini etrafımıza baktığınızda kolayca görebiliriz. Oysa orasının orman olarak kullanılması hem doğaya uyumlu hem de sürdürülebilir yaşam için gereklidir.
Bu konu ile ilgili olarak bir Kızılderili atasözü “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” der. Bu bakımdan doğayla uyumlu yaşamak, onunla inatlaşmamak gerekir.
Atalarımız suyun hafızası vardır, geçtiği yerleri unutmaz derlerdi. Aynı şekilde toprağın da hafızası vardır. Geçmişteki izleri unutmaz. Bu nedenle izlenen stratejiler, politikalar ve planların buna uygun yapılması zorunluluğu vardır. Aksi durumda kısa süreliğine keyfeder, uzun vadede ise kıtlığını çekeriz.
Tıpkı su kaynaklarını sorumsuzca ve plansızca kullanıp, yok ettiğimiz gibi. Bugün yağışsızlık ya da ciddi anlamda kuraklıktan söz ediyorsak, bunun izlenen ve ısrarla sürdürülen yanlış uygulamalardan kaynaklandığını bilmeyen yok. Toprağın ve suyun hafızasını yok edecek biçimde kapatırsak, etrafımızı çepeçevre naylon, beton ve asfalt ile çevrelersek, gün gelir susuzluk çekeriz. Oysa bundan uzun yıllar önce Anadolu buğdayın anavatanı olarak, tam bir tahıl cenneti iken bu durum buğdayın yok edilmesine, bunun yerine farklı bitkilerin ikame edilmesine neden oldu.
Sonuçta zaten kurak ve yağışsız olan bölge giderek yağış bakımından fakirleşti. Artık eskisi gibi kırkikindi, güz yağmurları ya da karakışta kar yağışları görülmüyor. Bunun yerine ocak ayında (karakışın ortasında) 19 santigrat derece gibi devasa sıcaklar, mayıs ayında don olayları görülüyor. Neden? Buna birtakım bilim insanları iklim değişikliği dese de olan insanın doğayla uyumlu yaşaması değil, bunu doğayla inatlaşması olarak görmek gerekir. Oysa dünya burada yaşayan hemen herkesin evi ve herkesin evine iyi bakması gerekir. Bunun ülkesi, milleti, milliyeti ya da parasal bakımdan zenginliği/fakirliği bulunmamaktadır. Evimizi temiz tutalım ki temiz bir çevrede yaşamanın keyfini sürelim, değilse hayatın giderek daha da zorlaşacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Son olarak diyebiliriz ki deprem öldürür ancak kuraklık süründürür.