Haydar Öztaş

Haydar Öztaş

Şimşirler Sarardı, Şimdi Gurbet Zamanıdır (Gurbet İkilemi)

Şimşirler Sarardı, Şimdi Gurbet Zamanıdır (Gurbet İkilemi)

Puslu güz günlerini hatırlarım. Sanki üzerinde duran ve ladin ağaçları ile kaplı dağların köyün üstüne her an yıkılacakmış gibi duran, Müğeri kayasının üzerindeki şimşir ağaçlarını.  Yine yaprakları sararmaya başladı, ayrılık ve hüzün benim köyümün, Başyayla’ya bağlı Büyükkarapınar köyü’nün üstüne bütün haşmetiyle çökmeye başladı. Şimşir yaprakları sararmaya başladı mı gurbete (Aydın’a) gidiş zamanıdır.

Uzun seneler önce, 1960’lı yıllar ve öncesinde şimdi elma ve kiraz ağaçlarının bütün güzelliği ile süslediği Büyükkarapınar köyü’nde o zamanlar az sayıdaki arazilere sadece ekin ekilir, her aile birkaç büyük ve küçükbaş hayvan beslerdi. Geçimin bu topraklarda oldukça zor olması nedeni ile eli çapa tutan ve amelelik yapabilecek tüm erkekler amele olarak İzmir bölgesine çalışmaya giderlerdi. Gidiş mevsimi şimşirlerin sararmaya başladığı günlere, sanırım Ekim ayının başlangıç günlerine rastlardı. İnce bir sızı, bilinmeyene doğru giden babaların ve gençlerin yolları bahar dönemine, Mayıs ayının başlarına kadar sürerdi.  İyi bir lastik çizme vaadiyle kandırılan bizler baharın o koyu yeşilliği içinde İzmir’den gelecekleri her gün Selme Beleni’ne bakarak beklerdik. Elbette günün birinde o belenden yürüyerek Hannibal’ ın karlı Alp dağlarını büyük zayiatla aştıktan sonra İtalya ‘nın Po ovasına ulaşan askerler gibi dönerlerdi. Onları çoğunlukla biz zavallıların lastik çizme vaatlerini unutulmuş olduğunu görmek hayal kırıklığına uğratırdı.

Babam anlatırdı, İzmir’e gidiş sadece sırtınıza aldığınız bir yorganla başlar, Başyayla’nın üst kısmında bulunan tepenin aşılması, Taşkent’e yürüyerek ulaşılması ve üç günlük zorlu bir yürüyüşten sonra Karaman tren istasyonuna ulaşılması ile yolculuğun birinci aşamasının bittiğini anlatırdı. Daha sonra istasyonda bekleyiş, çok sınırlı paralarla alınan üçüncü mevki bile olmayan vagonlara balık istifi biniş, İzmir bölgesine doğru geride aç ve çaresiz bırakılan sevgililere ve çocuklara duyulan ince bir sızı ve özlemle devam edermiş.

İzmir ‘de de hayat kolay değilmiş, aç susuz amele olarak sabah güneşin doğuşundan akşamın gün batımına kadar süren ırgatlık, havaların yağışlı gitmemesi için her akşam yapılan dualar, kazanılan üç beş kuruş, eğer havalar iyi gitmişse, çalıştıklarının karşılığını alabilmişlerse, köye, evine dönüş mutluluk demekmiş.

Sonra çocukluğumdan hatırladığım anormal şekilli, uzaydan gelmiş izlenimini veren arabalar vardı. Sonradan öğrendiğime göre bu arabalar İkinci Dünya Savaşından kalmış, Amerika’ nın ordumuza hibe ettiği, onlarında çürüğe çıkararak çok düşük fiyata sattığı arabalarmış. Bu arabaların çalışması bir töreni andırırdı, tüm çocuklar toplanır seyrederdik. Şoför arabanın çalışması için dua yaptıktan sonra arabanın ön kısmında bulunan deliğe bir demir sokularak onu hızla döndürerek arabayı çalıştırmaya çalışırdı.  Makber türevi bu araçlar sadece plastik bir muşamba ile örtülü,  bozulmasının olağan, bozulmamasının şans olduğu farlı bir araba nesliydi.  Bazı günler sabahları erkenden Ermenek’ e yolcu götürür, şansı varsa, eğer bozulmamışsa yatsıya doğru köye dönerdi. Eğer o gün araba köye erken dönmüşse arabanın dönüşü törenle karşılanır, arabayı yakalamak ve arkasına asılarak binmek için peşinden koşardık. O köylerde doğup, Ermenek’ i kırklı ellili yaşlarına kadar görmeyen kadınların olduğunu biliyorum.  Çocukluğumuzda köyün ufkunda görünen dağların arkasının gurbet olduğunu düşünür, hayaller kurardık (nasıl bir yerse).

İsmi gibi bol suyun ve yeşilliğin bol olduğu bölgemizin hala eğitim ve öğretim, ulaşım, sağlık gibi oldukça ciddi sorunları mevcut olup, doğa koşulları tarih boyunca olduğu gibi hala yöre halkını sıkı bir kıskaç içerisinde tutmaktadır. Yörenin uzun zaman diliminde maruz kaldığı zor koşullardan bir fragmanı (parça)  sizlerle paylaşma fırsatı bulduğum için mutluyum. Yörenin tanıtımı amacıyla bu derginin yayınlanması için canla başla çalışan yayıncı arkadaşlara, o bölgeden çıkan bu pırıl pırıl gençlere içten teşekkür ediyorum. Eskilerin dediği gibi “söz uçar yazı kalır”, geçmişi böyle bir yazı ile zapt-ü rap altına almak sanırım en akıllıca yol..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Haydar Öztaş Arşivi