AK Parti kendisini kontrol etmelidir
Ülkece büyük üzüntüler içerisinde yaşadığımız elim deprem faciasının ardından siyaset tekrar gündeme oturmaya başladı. Malum, seçimler yaklaşıyor ve de tarih konusu da en kısa zamanda belirlenecektir sanıyorum.
Millet ittifakı tarafı aynı şekilde devam ediyor. Onlar yarın tekrar bir daha toplanarak “nasıl aday belirleyeceklerini” belirleyecekler. Bu arada CHP, Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığını yine deklare edecektir. İyi Parti, minnet duymaları gereken Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yine “kapris” yapacaktır. Yani bu şekilde, onlar kendi aralarında vakit geçirmeye devam edeceklerdir.
Ayrıca da AK Parti’nin oy kaybetmesini izleyerek, fikirsel olarak alternatif olamasalar da, “ehveni şer” mantığında vatandaşın kendilerini alternatif görmesini beklemeye devam edeceklerdir. AK Parti’nin oy kaybetmesi derken de öncelikle şunu açıkça belirtmek gerekir. AK Parti 20 seneyi aşkındır iktidardadır. Bu yönüyle demokratik cumhuriyet tarihinin en uzun iktidarda kalan hükümetidir. Nasıl olursa olsun, dünyanın en iyi iktidarı bile olsa bu durum yıpranması ve vatandaşın “bıkması” açısından yetip de artan bir süredir. Ama ne hikmettir ki 20 yıldan sonra bile vatandaşın Ak Parti’ye güveniyle muhalefete güveni hemen hemen denktir. İşin ilginç yanı muhalefeti destekleyeceklerin en büyük politikası “bunlar gitsin de kim gelirse gelsin” politikasıdır. Yani “muhalefet iktidara gelirse bütün dertlerimiz bitecek, ülkenin tüm sorunları çözülecek” gibi bir düşünce ve güven hakim değildir. Zannedersem bu durumu sosyologlar zamanı gelince illaki inceleyeceklerdir.
İşin muhalefet kısmına ayrıca değiniriz. Bugün iktidar kısmına bir bakmak istiyorum. Yukarıda yazdığım 20 yıllık iktidar olmanın getirdiği dezavantajların yanı sıra eğitimde ilerleyememenin, ekonomide büyük sıkıntılar yaşamanın, adalette güvensizliğin had safhaya ulaştığı şu dönemlerde halen Ak Parti’nin ayakta duruyor olması bence herkesten önce AK Partililere yol göstermelidir.
AK Parti’nin aleyhine konuşan herkesi “tukaka” ilan ederek insanları karşı tarafın kucağına itmek politikada izlenecek bir yol değildir. Bilakis iktidar çok daha toleranslı, çok daha bağışlayıcı olmalıdır. Kime olursa olsun küfretmeye muhakkakki Devlet herkes için cevabını vermelidir. Yani bana da küfrediyorsa, Kemal Kılıçdaroğlu’na da küfrediyorsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da küfrediyorsa Devlet bu küfredeni bulup gereğini yapmalıdır. Ancak “hükümet istifa” diyen bir güruha karşı saldırgan bir tavırla onları neredeyse hain ilan etmeye çalışmak doğru bir politik tavır değildir.
Sosyal medyada AK Partili geçinip, sanki AK Parti görev vermiş de ona-buna hakareti, saldırmayı “iş yapıyor” sanan bir takım yazar-çizer takımından bahsetmiyorum bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyaman’da yaptığı açıklamada kısaca “başlarda eksik kaldık hakkınızı helal edin” dedi. Bu Türk Milleti için geçerli ve samimi bir açıklama olmuştur her zaman. Cumhurbaşkanı tribünlerde “istifa” diye bağıranlara karşılık da çıkıp “onları anlıyorum, tüm Türk Milletinin yüreği yanıyor. Şurada seçime az kaldı zaten. Sükûneti hep birlikte koruyalım” dese acaba politika olarak çok daha iyi ve analitik bir politika yapmış olmaz mıydı? Buna bir de Devlet Bahçeli’nin Beşiktaş’tan istifasını eklerseniz, gergin bir grup daha yaratmış oluyorsunuz. Yani sosyal medyada AK Partili yazar-çizer takımının yarattığı gergin bir grup, tribünlerde yaratılan bir gergin grup, bunların dışında bürokratların iş bilmezlikten yarattıkları gergin gruplar. Tüm bunlara rağmen hala iktidarın en büyük adayı ya da kaybetse bile çok az bir farkla kaybedecek gözüyle bakılan Ak Parti; düşünebiliyor musunuz?
Demek ki AK Parti bu tür kriz yönetimlerinde hata yapmasa, AK Parti tabanını oluşturan bürokrat ve siyasetçiler kendilerini düşüneceklerine partilerini düşünseler, halkla kavga etmek yerine halkı anlamaya yönelseler, ülkede sadece AK Partililer değil, diğer görüşlerden de vatandaşlar olduğunu düşünseler muhalefetin hiç şansı bile kalmayacak.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bundan sonraki dönemlerde de doğal afetlerin yanı sıra jeopolitik konumuyla dünyaya hakim olmaya çalışan devletlerin gözetimi altında olacaktır. Her fırsatta bu devletlerin oyunlarına maruz kalacaktır. Dolayısıyla da kesinlikle güçlü olmak zorundadır. Bundan sonraki dönemlerde yüzde 50’yi görmezden gelerek siyaset yapma şansı ülkemiz için yoktur. Kriz yönetemeyerek iktidarı yürütme şansı yoktur. Halkı dışlayarak siyaset yapma şansı yoktur. Ortamı gererek ilerleme şansı yoktur. Ve de toplum uzlaşması olmadan ülkeyi savunma şansı da maalesef yoktur.
Diğer konular çok daha kolay çözülebilecek konulardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, danışmanlarını Türkiye’nin dört bir yanına göndersin, sadece oradaki muhalefet gözükenlerin fikirlerini alsın inanın başka bir politika üretmesine gerek bile kalmayacaktır.
Kızılay konusunda, sosyal medyada kavga ederek Kızılay’ı savunmak yerine Kızılay’ın güne uygun olarak ticari işletmelerinin de olduğunu izah etmek daha açıklayıcı olmaz mıydı? Ayrıca şahsımın da destek verdiği Ahbap Derneği’nin zaten depremde Kızılay tarafından kullanılacak çadırların para karşılığı alınıp yine depremde Ahbap olarak kullanılmasının mantığının ne olduğu kimsenin aklına neden gelmemektedir?
İşte bu konuda bile bence AK Parti gereken özeni gösterememiş o “krizi” de yönetememiştir. Bu tür eksiklikleri AK Parti tekrar gözden geçirmelidir. Aksi halde yüzde 2 veya 3 oyla kim seçimi kazanırsa kazansın ülkenin yaralarına merhem olmadıktan sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğunda kim oturmuş, TBMM koltuklarında kim oturmuş ne önemi kalır?
Dostlukla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.