'Suriye'de ne işimiz var?'
"Suriye'de ne işimiz var?"
Arap Baharı sürecinin bir parçası olarak Mart 2011'de başlayan Suriye iç savaşı hâlâ devam etmektedir. Bu süre zarfında, komşu coğrafyada bulunması ve bölgenin en etkin öznesi olması sebebiyle Türkiye, Suriye'deki gelişmelerden en çok etkilenen devlet olmuştur. Ülkemiz için iç güvenlik ve terörizm tehlikesinin katlanılamaz bir seviyeye ulaşması, sınır ötesi askerî operasyonları da gerekli kılmıştır. Nitekim bugün de İdlib merkezli sorunun tırmanışa geçmesi, yeni askerî operasyonu bir mecburiyet hâline getirmiştir.
Bahar Kalkanı Operasyonu ile birlikte, ülkemizde “kasıtlı bir soru” gündeme sokularak bir algı operasyonu düzenlendiği ve dış güçler adına nüfuz ajanlığı sergilenmeye başlandığı gözlemlenmektedir. "Suriye'de ne işimiz var?" şeklindeki sorular ve türevleri, şehitler verdiğimiz bir süreçte ısrarla kamuoyunda yaygınlaştırılmakta ve sınır ötesi operasyonların meşruiyeti sorgulanmaya çalışılmaktadır.
Bu kasıtlı sorunun meselenin uluslararası hukuk boyutunun anlaşılamadığını, ülkemizin çok haklı olduğu bu konuda dahi, toplumuzda kafa karışıklığı yaratılmak istendiğini ve siyasi ve sosyal mühendislik çabalarının devreye girdiğini görmekteyiz.
Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devletidir. Anayasamız ve ilgili mevzuatımız, uluslararası hukuku göz ardı etmez ve etmemiştir. Üyesi bulunduğumuz uluslararası toplum içindeki ilişkilerin zeminini oluşturan uluslararası hukuk kurallarını ihlâl etme yönünde bir eğilime de sahip değildir. Bu çerçevede, Suriye'de yaptığımız sınır ötesi askerî operasyonlar da uluslararası hukukun meşru kabul ettiği bir çizgide gerçekleştirilmektedir. Milli güvenliğimiz ve Anayasal düzenimize açık tehdit oluşturan terörist ve para-militer kalkışmalara müdahale etmek, uluslararası hukuka uygundur.
Mart 2011'den itibaren etkin siyasî otorite vasfını aşama aşama kaybeden Suriye devleti, ülkesinin önemli bir bölümünü kontrol edememekte ve devletin temel organlarının yetkilerini kullanamamaktadır. Bir başka deyişle Suriye, yukarıda işaret ettiğimiz aciz, zayıf, başarısız ve çökmüş devletin tipik bir örneğidir. Dolayısıyla Suriye devleti, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasî bağımsızlığına saygı yükümlülüğünü yerine getirememekte; ülkesinden kaynaklanan tehditleri ve terörizm niteliği taşıyan eylemleri engelleyememektedir.
Öte yandan Türkiye ile Suriye arasında yapılan ikili antlaşmalar da Suriye'nin uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüğünün karşılıklı olarak teyit edildiği ve kayıt altına alındığı düzenlemeler olarak dikkat çekmektedir. 20 Ekim 1998 tarihli "Adana Mutabakatı" ve 21 Aralık 2010 tarihli "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı İşbirliği Anlaşması", toprak bütünlüğüne ve siyasî bağımsızlığa saygı yükümlülüğünün yanı sıra, terörizmle ve terör örgütleriyle mücadeleye yönelik yükümlülükler de barındırmaktadır. Ancak Suriye, bu antlaşmalara dayanan taahhütlerini de yerine getirememekte, hatta terör örgütlerinin faaliyetlerine doğrudan ve dolaylı destek vermektedir. Bu durumda Türkiye için askerî operasyon yapmanın meşru temelinin ikili antlaşmalara da dayandığı, gayet açık bir hukukî gerçektir.
"Türkiye'nin Suriye'de ne işi var?" sorusuna ve türevlerine verilecek çok boyutlu cevaplar elbette mevcuttur. Konunun hukukî boyutu ise yukarıda çizdiğimiz genel ve özel uluslararası hukuk çerçevesi içinde mütalaa edilmelidir. Söz konusu hukukî çerçeve, Türk kamuoyunda bilinmeyen hususlar değildir. Buna rağmen, hâlâ askerî operasyonların meşruiyeti üzerine tartışma açmaya ve kamuoyu oluşturmaya çalışmak, cehalet ve gaflet sınırlarını zorlar bir hâl almıştır.
Bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu tarihî derinlik sebebiyle her dönem hedef devlet olan Türkiye'nin, özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası içinden geçtiği süreç ve her fırsatta kuşatılma iradesi ve tehlikesi karşısında, her kurum ve temsilcisi hassasiyetle hareket etmek zorundadır. Bu hassasiyetin gösterilmediği, gündelik tüketime yönelik siyasî mülahazaların ve çıkarların tercih edildiği bir atmosfer, Türk devletinin katlanmayacağı bir duruma da işaret edecektir. Zira Türk Hukukunun kadim dönemdeki adı olan Türk Töresi'nden başlayarak, her coğrafyada ve her dönemde kurulmuş her Türk devletinin hukuk sistemi, varlığına kast eden her çeşit saldırıyı meşru yollardan bertaraf etmiş ve sorumluları cezalandırmıştır.
Bu vesileyle Türk devletinin varlığı ve bekası için canını veren, son dönemde de Suriye'deki askerî operasyonlarda Cennet'e yürüyen bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. "Bahar Kalkanı Operasyonu"nda mazisi en az 2500 yıl önceye dayanan Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve onun kahraman mensuplarına ve diğer güvenlik güçlerimize üstün başarılar diliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.