Herkesin demokrasisi kendine
Her zaman yazdığım konulardan birisi, ülkemizde kelimeleri yerli yerine kullanmamak, hangi kelimenin ne anlama geldiğini bilmemek olduğunu söylemişimdir. Bakıyorsunuz birisi çay bardağını gösterip, buna kül tablası diyebiliyor. Söylediğinde de ikisi de cam diyor. Anlatabilirsen anlat bakalım…
Gelişmemiş toplumlarda en çok konuşulan konu malumunuz siyaset ve futboldur. Siyaset de spor da aslında birer bilim dalıdır ama bunu gel de anlat. Ülkemizde de, herkes bir futbol antrenörü, herkes bir futbol hakemi, herkes bir siyaset adamıdır. İşin spor tarafına bir başka zaman ele alalım. Siyaset tarafı başlı başına bir bilgisizliktir. Hani “cahillik ne güzel her şeyi biliyorsun” diye bir cümle vardır ya aklıma hep o gelir.
Kişi CHP’li ise de, HDP’li veya ÖDP’li ise de hepsine birden “gomünist” denir ya; işte cahilliğin bir boyutu budur. Mesela bu 3 partinin belki de tek ortak yanı sosyal demokrat olmalarıdır. Ama içindeki insanların birçoğunun sosyal demokrat olduklarından haberleri yoktur, kendilerini sosyalist zannederler.
Sosyal demokrasi ve sosyalizm arasındaki en bariz fark sosyal demokrasi kapitalizmin iyileştirilerek, daha iyi bir yönetim biçimi haline gelmesini hedeflerken, sosyalizm, sosyalizmin temelini oluşturan üretim araçlarının mülkiyetinin topluma geçişini devrimci yönelimlerle savunur. Yani sosyal demokrasi aslında sosyalizmin oluşmaması için engelleyici rol üstlenen bir yapı olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla sosyal demokrasinin sol olup olmadığı bile tartışılır durumdadır.
Sol için şu temel argümanlar geçerlidir. Üretici güç emek odaklıdır. Emeği önceler. İşverenin yerini işçiler ve kamu kurumları doldurur. Merkezi planlı ekonomiler baz alınır. Kamu yararının ön plana çıkması hedeflenir. Temsili demokrasi tercih edilmez. Faiz büyük oranda ortadan kaldırılır.
Bu yazdığım argümanlar sol için geçerlidir. “Sosyal demokrasi için geçerli midir” derseniz; hayır, geçerli değildir.
Bu teorik bilgileri uzun uzadıya çoğaltabiliriz. Ama kısaca bahsettiğim bu bilgilerle Türkiye’deki partileri değerlendirdiğiniz takdirde aslında birbirlerinden hiçbir farkları olmadığını çok rahat görebilirsiniz. Zaten liberal DEVA Partisini, milliyetçi muhafazakar Gelecek Partisini, milliyetçi İyi Partiyi, sosyal demokrat CHP’yi, “şeriatçı” Saadet Partisini bir araya getiren, işte bu birbirinden farksız pragmatist yapıdan başka bir şey değildir. Ak Parti ve MHP için, durumun farkı sadece iki partinin de milliyetçi muhafazakar olmasıdır.
Ak Parti 2000’li yılların başında “dinci” bir parti olarak ortaya çıkmışken iktidar süresinde liberalleşmiş ve gelinen aşamada liberal ve milliyetçi bir parti haline gelmiştir. Milliyetçilik, liberalizm olguları ardından kapitalizmin acımasız dönemine taşıyacağı gibi onun da gideceği yol sosyalizm olabilir.
Hani teorik manada insanların ilkel komünal yaşamdan feodalizme; feodalizmden kapitalizme; kapitalizmden sosyalizme; sosyalizmden komünizme ve de en sonunda demokrasiye geçen bir skalası vardır ya; şimdiki konum “feodalizmden kapitalizme” geçiş boyutudur. En iyi kapitalizm sosyalizme en yakın durumdur.
Tabii ki bu yazdıklarımın teorik manada değerlendirilerek bir anlam çıkarılması gerekir. Şimdi temelde bu konuları bilmeyen kişilerin tutup da sol nedir, sağ nedir, solcu nedir, hangi parti nasıl değerlendirilir gibi soruları cevaplamadan ben siyaset ahkamı keseceğim dememesi lazımdır.
“Gelenekselci din” anlayışında olan “babam şu dinden ben de şu dindenim” mantığındaki yaklaşım gibi “ben bir zamanlar şu fikirdeydim şimdi yine aynı fikirdeyim” demek gelişmemenin vitrinini oluşturmaktır. Gelişemeyen hiçbir fikir bir hedefe ulaşamaz.
Bu yazdıklarımın hepsi teorik bir mantık geliştirmek içindir. Yani “düşmanımın düşmanı dostumdur”, “o gitsin de kim gelirse gelsin” gibi yaklaşımlar oportünizmden başka bir şey olamaz. Oportünist yaklaşımlar da baz alınacak veya örnek alınacak davranışlar değildir.
Dostlukla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.