Öyle ise koş bakalım nereye kadar?
İnsan oğlunun yaşamı, ana rahmine düştüğü andan en sadık yarimiz olan kara toprak ile buluşma anına kadar sürekli olarak koşuşturmalarla geçmiş…
Dünyaya gelmek için ilk olarak anne rahmine doğru başladı koşma telaşın. Sonra 9 aylık zaman dilimini tamamlamak için tekme attın durdun…
Dünya’ya gelince bir an önce yürüyebilmek için, yürümeye başlayınca da büyümek için koştun. Büyüyünce önce ilkokula gitmek için, ilkokuldayken liseye gitmek için koşuşturman başladı…
Liseden sonra üniversiteyi kazanmak için yarış atı gibi durmadan koştun. Zor bela kazandığın üniversiteden mezun olmak için başladı koşuşturman…
Daha sonra elinde üniversite diploması, sokak aralarında iş bulmak için koşmaya başladın.
İş bulunca bu kez evlenme telaşın başladı ve evlilik için durmadan koştun…
Evlendikten sonra koşuşturma sırası eşin için, baba olacağını öğrendiğin gün ise çocuğun içindi. Bir ara kendini unutup çocuğunun büyümesi, bir iş güç sahibi olması için başladın koşuşturmaya…
Askerliği, okulu, evlenmesi derken çocuklarım rahat yaşasın diye sırtına yüklediğin borçlarını ödemek içindi koşuşturma nedenin. Tam borçlar bitti derken bu kez bir anda eline tutuşturulan torunun için başladı koşman…
Daha sonra! daha sonra ne mi oldu?
Bu kez dizlerinde dermen kalmadığı için koşmaların azaldı. Her zaman koşarak gittiğin yollardan bu kez ağır adımlarla ilerlemeye başladın, saniye saniye hayatı öğüten yaşam diliminde…
Ve öyle bir an geldi ki, artık ne koşacak, ne yürüyecek, ne de ayakta duracak mecalin kalmadı.
Kafan,'Ben yıllarca neden, kimin için bu kadar koştum' sorusu ile dolu.
Aklın, 'Onca koşuşturmama rağmen halen bitiremediğim yığınla iş var' endişesi ile karma karışık
Bedenin, 'Kimseyi rahatsız etmeden şu kenara kıvrılayım' diyerek oturduğun pencere önünde yorgun!
Gözlerin, 'Yıllarca uğurlarına koşuşturduğum kişiler şimdi nerede?' hüznü ile buğulu…
İşte yıllardır koşuşturmanın sonunda kendine verdiğin zararın kısa bir özeti!
Günler, aylar, yıllar derken ömrünü bitiren koşuşturma yarışın, belki bir hastane köşesinde,
Belki bir huzurevinin soğuk yatakları üzerinde son buldu…ve senin yıllarca neden koştuğunu, neden çırpındığını kimseler bilemedi…
Ve öyle bir an geldi ki, bu kez birileri senin yerine senin için koşmaya başladı. Koşanlar ise başta ailen, akrabaların ve tüm sevdiklerindi…
Ama bu koşanların istikameti senin koştuğun yönden çok farklı idi…
Sen hayat denen bir çıkmaza doğru koşuyordun, Onlar ‘Musalla’ denilen bir sonsuzluğa doğru!!!
Tabutunu taşıyan sevdiklerindi bu kez koşanlar. Hem öyle bir koşuyorlardı ki seni toprakla buluşturmak için. Biri koşarak mahalle camisinin imamına sala verdirmeye gidiyordu, diğeri koşarak mezarlık çıkışı cemaate dağıtılacak gülsüyü ve şeker almaya…
Görseydin bu insanların neden koştuğunu, hayatın boyunca hiçbir zaman koşmazdın hiçbir şey için…
Çünkü yaşam dediğin döngü, namazsız ezan ile ezansız namaz arası kadardır!!!
Öyle ise bu koşuşturma, bu telaş, büyüğü unutmak küçüğü sevmemek nedendi? Neden di Ana babayı unutmak? Geleneklere sırt dönmek.
İnsanlığı, sevgiyi, birlik içinde yaşamayı unutmak nedendi? Nedendi hırs içerisinde insanlığı unutmak.Sanki her işi bitirecekmiş gibi koşuşturmak nedendi.
Bilinmez mi ki mezarlıklar hep koşanlar ve hiçbir işini tam olarak bitirmeyenlerle dolu
Bilinmez mi ki bu gereksiz koşturmaların sonu bir musalla taşı ve bir avuç toprak…
Ve bu koşuşturmaların hiçbir zaman sonu gelmeyecek, bilinir, bilinir ama ne hikmetse hep göz ardı edilir.
Hayatın, insanlığın, sevginin, ana babanın, sevmenin ve sevilmenin, geleneklerin, güzelliklerin göz ardı edilmediği bir dünyada yaşama umudu ile…
Yazımı Üstad Nesimi Çimen'in yıllardır dillerden düşmeyen 'Daha senden gayrı aşık mı yoktur' türküsünün şu dizeleri ile noktalamak istedim yazdıklarımı ne güzel anlatıyor değil mi…
Şu fani dünyada umudunu yüz/ İnanmazsan var kitaba yüz be yüz
Evin mezaristan, malın bir top bez/Daha duymadınsa duy deli gönül
Gördüm iki kişi mezar eşiyor/Gam kasavet gelmiş, boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor/Gel de bu dünyayı yor deli gönül