Paris'te İftar Ziyâreti
Yurtdışındaki iftarlar da hep bir şeyler eksiktir.
Eksik olanları şöyle sıralayabiliriz
Eşler dostlar akrabalâr, değer verdiklerimiz, bizlerden binlerce belki de 10 binlerce kilometre uzaklardaki cânlarımızdır eksik olanlar.
Ah iftar topları ah!
O topun ardındaki ezanlar ise apayrı bir hasretliğimizdir.
O Ezanlar ki kulaklarımıza, kulaklarımızdan gönüllerimize şifâ olarak okunur ve tüm zerrelerimizle hissedilir.
O Ezanlar ki kulu maddeden mânâyâ çağırır,
O ezanlar ki felâha, hayra ve huzûra çağırır.
O ezanlar ki sarhoş olan gönülleri ayıktırır ve insanları ilâhi huzurâ buyur eder.
O Ezanlar ki kula kulluğunu hatırlatır, yaradan ile yaradılanın arasındaki mesâfeleri kapatır.
O Ezanlar ki dünyâyı bir müddet arkanıza, maddeyi ise önünüze yânî ânınıza koyun der.
O Ezanlar ki Kul'a, kul/aktan ak bir şekil de hitâp eder.
O Ezanlar ki K/ulak/larımıza âdeta ulâk gibidir. O
O Ulaklar ki? insanı, âdemi büyük buluşmaya, seven ile sevilenin arasındaki mesâfeleri kapatmaya dâvet eder.
O Ezanlar ki Ademoğlunu secdeye o sırlı secdeye, nice kulların mîrac ettiği o secdeye davet eder.
Ah o ramazandaki ezanlar ve namazlar ah!
Çocukluğumuz Konya da, Küçük Aymanas da geçti, biz daha ilk okula gittiğimiz yıllar da, Ramazan da ilk önce akşam namazı için câmiye giderdik. Tabîki giderken de ev de hazır olanlardan iftarlık alır, top sesinden sonra, Zâkir hocamızın, Murat hocamızın, Ezanını okumaya başladığın da biz de iftarlıklarımızı ortaya koyar ve gelen cemeatle rızıklarımızı paylaşır ve iftarlarımızı açardık.
Daha sonra da evdeki iftar sofralarına yetişir ve aile bireyleriyle hoş bir atmosfer de iftar eder ve arkasından terâvih namazı için kendimizi yavaş yavaş hazır eder idik.
Ah günler ne günlerdi, o günler biz de hep özlem olarak kaldı değerli Anadolu’da Bugün okurları ve emektarları olan kardeşlerim.
Memlekette olup yurt dışında olmayanlar.
Avrupa da caddelerde sokaklar da, Ramazanlar da o tahinli bideleri, yumurtalı o türüm türüm kokan susamlı o ramazan pidelerini, daha nice nice tatları ve lezzetleri bulmak pek mümkün değildir.
Ramazan ayların da, o geçmişte yaşadığınız ramazan ayları gelir aklımıza, o tuttuğumuz oruçlar gelir aklımıza, ondandır ki biz gurbetteki Türkler, hem mutluluğu hem de hüznü aynı anda yaşamış oluruz.
Elbet burada da her Müslüman aile, dinini, inancını, kültürünü yaşama derdinde.
Müsâid zaman dilimlerinde, her aile imkanı olanları, hânesine veyâ restaurantlara davet ederler. tabiki bu paylaşımlar memleketimize göre çok düşük ve yetersiz kalıyordu.
Paris’te yine o mahsun ramazan aylarından bir ayda, memleketlerdeki ramazan kültürünü karınca ve karârınca yaşamaya çalıştığımız bir ramazan günün de
Mevlâna Kitabevimize Türkiye'mizden, hem de Konya'mızdan değerli bir ziyâretçimiz geldi.
Selçuk Üniversitesinden Prof. Doktor Abdullah Öztürk geldi.
Kendilerinin Paris'te, hem de Mevlana Kitabevinde görmek ve ağırlamak bizi çok memnûn etti.
Biraz üniversitedeki eğitimlerden ve eğitim alan nesillerden bahsettik, tabiki Konya'mızdan bahsettik, Konya'mızın maddesini ve mânâsını konuştuk.
Tabi ki söz konusu Abdullah Hoca olunca, Eva Vitray Meyoravich " Havva Hanım" Mevlana Celâlettin'in Rûmî'nin Mesnevisini tercüme etmiş ve Fransızcaya kazandırmış bir hanımdı Havva Annemizi de yâd ettik.
Abdullâh hocamız dedi ki, Azîzcim bu akşam iftarımızı İbrahim Ethem Doğan Hocamızın evinde açsak, bu vesileyle kendisini de ziyâret etmiş olsak dedi.
Kendileri Paris’te üniversite okur iken, İbrahim Ethem Hocamızın görev yaptığı câmiye gider, memleket özlemini bir nebze olsun giderirmiş.
Biz de Abdullah Hocamızın bu kıymetli teklifini memnuniyetle kabul ettik.
Ben İbrahim Ethem Hocamı aradım, Hocamın Ramazan ayını tebrik ettikten sonra, Konya'dan bir misâfir olduğunu ve sizi çok sevdiğini ve bu akşam sizinle berâber iftar etmek istediğini söylediler.
Hocamız da bizi kırmadılar ve evlerine buyur ettiler, lâkin bizim bir arzumuz daha vâr idi Hocanızdan, daha doğrusu bir teklifimiz vardı.
Hocamız yalnız yaşamaktaydı, biz onu iftar sofrasında yormak istemiyorduk ondandır ki Hocam biz gelir iken yemeklerimizi yanımızda getireceğiz, lütfen hocam siz hiç bir zahmete katlanmayınız.
Bu ısrarlı teklifimizi hocamız da sağ olsun kabul ettiler.
Ben de Abdullâh Hocam ile ilk defâ gidecektim İbrâhim Ethem Hocam'ın evine.
Paris’te insanlar belli yaşlardan sonra küçük evlerde kalmayı tercih ederler. Büyük evlerin büyük işi, küçük evlerin küçük işi oluyor diye düşünüyorlar.
İnsanlar belli yaşlardan sonra zâmânını daha çok kendine harcamayı seviyor, daha çok sevdiği aktivitelere katılmayı istiyordu.
İbrahim Ethem Hocamız da yürümeyi seviyor, ziyâret ettiği şahıslara memleketimizin sanatlarıyla bezenmiş sözlü ve şiirli küçük eserleri küçük kağıtlar hâlin de insanlar da dağıtırdı.
Halen o eserleri insanların vitrinlerinde şu an bile görebilmek mümkündür.
Paris’te hakîkaten belki de yüzlerce imam ile hasbihâl ettik. Lâkin İbrahim Ethem Doğan Hocamızın beyefendiliği, nezâket ehli oluşu, ikram sever oluşu oluşu, kitaplar sever oluşu bir başkaydı, sanki modelenmesi gereken bir büyüğümüzdü.
Evine girer girmez insanı hocamızın kitapları etkiliyor insanı bir kez daha anladım ki, kitap dostlarıyla dost olunmalı.
Hocamızın evinde eski günler yâd ettik, tabîki günümüzü, ânımızı da yaşayarak paylaştık.
Evden ayrılmadan önce Hocam Abdullah Hocam ile bir hâtıra resminizi çekeyim dedim, nezâket sabibi olduğundan tabiki olur buyrun lütfen dedi.
Ben de telefonumu elime aldım şu ânı ölümsüzleştirmek için.
Fakat telefonun fotoğraf hizmeti bir türlü çalışmadı.
Camera açılıyor lâkin hemen videoya geçiyordu.
Hocam bu ânı kameraya çekmemiz gerektiğine inanıyorum dedim o da olur dedi.
Ben de kendilerine şu soruyu sordum, Hocam siz belli bir zaman sonra Paris'ten memlekete döneceksiniz.
Siz sizden sonraki, gurbet kuşlarına ne tavsiye edersiniz. ?
Hacamız da hiç beklemeden şu incileri şu köşe taşlarını bizlere aksettirdi, bizlere lutfetti.
" Fâtihayı Şerîfi iyi okumalarını, iyi anlamalarını, iyi idrâk etmelerini, idrâk ettiklerini ise çok iyi giyinmelerini, hayatlarında, yaşantıların da uygulamalılarını tavsiye ediyorum. Fâtiha suresi çok hikmetli ve bereketlidir, kim ruhunu ve bedenini hikmetli ve bereketli kılmak ister ise Fâtihayı Şerîfe dost olsun, onun ile hemhâl olsun demişti.
Başka bir zaman diliminde Paris'te yaşayan büyük âlim Muhammed Hamîdullâh'ı evin de ziyâret etmiş ve evinden çıkmadan önce, Hocam bize duâ edermisiniz demiştim.
" O da elini havaya kaldırdı ve sesli olarak Fâtihayı Şerîfi okudu âmin dedi ve sonunda ellerini yüzüne kapattı kapattık."
O an anladım ki en güzel duâ Fâtihâ Şerif duâsı.
Biz o ramazan akşamı Abullâh Öztürk Hocâm ile İbrahim Ethem hocamı ziyâret etmiş ve hayırlı sahurlar, bereketli ramazanlar olsun diyerek vedâlaşıp ayrılmıştık.
Anadolu’da Bugün bizler de Fâtihayı Şerife yaklaşalım, yaklaştıkça görebilelim, görebildiğimiz kadar anlayabiliriz, anlayabildiğimiz kadar yaşabiliriz düsturunu kendimize mihenk taşı edinelim.
Unutma ey cân unutmâ, mihenk taşı hâk olanlar aklaşır, mihenk taşı bâtıl olanlar kararır.
Ey kardeşlerim, efendimiz Muhammed Mustafa yaşayan Kur'andı.
Bizler de Onun ümmeti olarak, yaşayan Kur'an olabilmenin gayreti içerisin de olmalıyız diye düşünmekte ve tefekkür etmekteyiz.
Bu duygularla Anadolu'da Bugün Gazetesi'nin görünür ve görünmez emektarlarını ve okurlarını selamlıyor ve hürmetlerimi iletiyorum efendim kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.