O’nun yolu hepimizin yolu
Kendisine “Oku” ayeti indirildikten sonra bir an olsun durmadan Allah yolunda koşturmuş, insanlara Allah’ı anlatmış, O’nun ayetlerini tebliğ edip yasaklarından sakındırmış ve bu yolda her türlü çile ve ızdırabı yudumlamış ve en sonunda Habibullah sıfatına nail olmuş bir peygamberdir Hz. Muhammed (s.a.v.). Kimi zaman bir kuytu köşede kimi zaman bir evde kimi zaman bir mecliste kimi zaman bir mağarada tebliğ vazifesini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmış, O’nun için zaman mekan fark etmemiştir. Emanet sıfatıyla insanların güvenini kazanmış, ismet sıfatıyla günahlardan uzak durmuş, fetanet sıfatıyla akıllı ve planlı bir şekilde tebliğini sürdürmüş, sıdk sıfatı ile herkesten “El-Emin” ünvanını kazanmış, tebliğ sıfatı ile de Allah’tan almış olduğu buyrukları eksiksiz bir şekilde tebliğ etmiştir.
Efendimiz, tebliğ görevini yaparken de türlü türlü sıkıntılarla mücadele etmiştir. Çünkü cennete giden yol dikenli bahçelerden geçer, zahmetsiz rahmet olmaz sırrı ile birçok imtihana düçar olmuştur. Kimi zaman öz amcası dahi O’nu anlamamış ve O’na karşı yürütülen faaliyetlerin başına geçmiş kimi zaman yollarına dikenler dökülmüş, kimi zaman üzerlerine işkembeler serpilmiş, kimi zaman canı ile tehdit edilmiş, kimi zaman sokaklar boyunca taşlanmıştır. Fakat bu olumsuz durumlar O’nun gayretini ve motivasyonunu azaltmamıştır. Kendisine bu kötülükleri yapanlara beddua etmekten bile imtina etmiştir. Taif’te yaşamış olduğu şu durum buna en güzel örnektir:
Efendimiz, Zeyd bin Hârise ile birlikte, gizlice Mekke'den ayrılarak tebliğ amacı ile Tâif'e vardı. Orada Sakif kabilesinin önde gelenleri ile görüşmeye çalıştı. Onlara İslam’ı tebliğ etti ve Allah’In emir ve yasaklarından bahsetti. Fakat orada bir netice elde edemedi. Sakif kabilesi sakinleri O’nu dinlemek yerine ona muhalefet etme yolunu seçtiler. O’na "Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" diyerek karşı çıktılar. Daha sonrasında sözlü olan karşılıkları fiziki müdahaleye geçmeye başladı. Kabilenin ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak onların üzerine saldırttılar. Gözü dönen bu kabile yolun iki kenarına geçip Efendimizi ve yanındaki Zeyd b. Hârise’yi taş yağmuruna tuttular. O’nun o gül çehresi kan içinde kalmıştı. Bu zalimce saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildiler. Bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti. Orada Addas adında bir köle onlarla ilgilendi. Resûl-i Ekrem bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu âdice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra, Allah’a şu yakarışta bulundu: "Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakîr görüldüğümü ancak sana arzeder, sana şikâyet ederim."
Daha sonrasında Mekke’ye doğru yola koyuldular. Efendimiz tebliğin karşılık bulmaması ve yaşadıkları olay sebebiyle hüzün içerisindeydi. Mekke’ye az bir mesafe kalmışken tepelerinde bir bulutun belirdiğini fark etti. Dikkatlice baktığında orada Hz. Cebrail olduğunu fark etti. Hz. Cebrail O’na hitaben : "Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin." dedi. Evet Rabbi peygamberinin aşağılanmasını eziyet çekmesini kabullenmeyip dağları O’nun emrine vermişti. Fakat O’nun cevabı ise şöyle oldu: "Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ'nın bu müşriklerin sülbünden, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır."
Rahmet peygamberi olmak bunu gerektirirdi. “Ümmetim ümmetim!” diye yakarmak bunu gerektirirdi. O ne olursa olsun hiç kimseye zarar gelsin istemedi. Kendisine ne sıkıntı yaparlarsa yapsınlar yine de en azından belki o insanların çocukları hidayete ederler diye o insanlardan vazgeçmedi. O’nun için yegane amaç insanların îmâna kavuşması, hidâyete ulaşması ve ebedî saadete ermesiydi. Rabbim bizleri o güzeller güzeline layık bir ümmet eylesin inşallah.