Fatih Özer

Fatih Özer

Bizim Çocukluğumuz...

Bizim Çocukluğumuz...

Bizler karlı havaların, sisli bulutların çocuklarıydık. Hepimiz severdik biraz hüznü. İçimizde yer yapan hüzünlerimiz olmasa yazamazdık şiirlerimizi, mektuplarımızı... Duygu­larımızı belirlemezdik en sevdik­lerimize. Anlatamazdık şuursuzca sevmenin kutsallığını.

Biz sevdik mi çok severdik, tam severdik. Bazen bir kuşu severdik, bazen bir çiçeği... Yaratılanı sever­dik, Yaratan’dan ötürü. Ellerimizi açtık mı semaya, verdiklerine şük­rederdik gecenin mahzun vaktin­de. Zaman, mekân bilmezdi bizim sevgilerimiz. En çokta Hakk’ı se­verdik, davayı severdik; ana, baba, yar severdik... Biraz umursamaz olanlarımız vardı, ya da öyle gö­zükmeyi seçerlerdi. Sadece vatan aşkını biliriz biz diye nâra atarlardı ama biz sisli havanın çocukları, he­pimizde sebebini anlayamadığımız
bir romantiklik vardı.

Gökten kut dileyip yerdeki mahlû- kata şükreden bir nesildik. Alnımız değdi mi secdeye ukbâya dalardık bir daha dünyaya dönmemecesi- ne. Korku nedir bilmezdik, beşere de minnet eylemezdik. Sevmeyi de sahiplenmeyi de iyi bilirdik. Bir araya geldik mi bir tas sıcak çorbayı paylaşırdık peygamber ocaklarında. Yeri gelir üç-beş lira aramızda para toplar simit, çay yapardık. Aldığımız lezzet hiçbir şeye benzemezdi birlikten kuvvet doğduğunu aynı masaya oturdu­ğumuz zaman iyice anlardık.

Dava arkadaşını kardeşten öte bilirdik. Bazen oturup kalırdık, uzaklara dalar giderdik, nerele­re gittiğimizi anlayamazdık. Kimi zaman ak yeleli bir at üzerinde Türkistan bozkırlarında dolaşırdık, kimi zaman Bahçesaray sokak­larında turlardık. Bazen Doğu Türkistan’da Gök Bayrak olurduk, kimi zaman da Kerkük’te hoyrat... Kimi zaman Tebriz’de Şah İsmail’in askeri olurduk, kimi zaman Hoca- lı’da karanfil. Biz Saraybosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Bulgaristan’da, Kıbrıs’ta, Tuva’da, Başkırt’ta olur; hepsini bir bilirdik, biz bilirdik. Azerbaycan’da Kaçak Nebi olur dağları inletirdik, Kırım’da Çora Ba­tır olur zalime korku salardık. Şeyh Şamil’iydik Kafkasların, Ruslara aman vermeyen. Kıbrıs’ın mücahiti, Doğu Türkistan’ın Os­man Batur’uyduk zalime zulüm, mazluma yoldaş olan. Ata Hayrullah olduk Kerkük’te Türklüğümüzü haykırdık. Biz Türklük şiânnı benimsedik, nefsi­mize ket vurmaya çalıştık. Gençliğimizi disko bar köşelerinde ucuz içkile­re satmadık. Alnımız ak yaşadık toplumun yitik ahlâkına inat ede­rek. Töre dedik, devlet dedik, örf dedik. Bizi biz yapan, Türk yapan değerleri ayaklar altına aldırmadık. Çiğnetmedi Âsım’ın nesli yurdunu, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasinin havarilerine, mizanı bozuk adalet terazilerinin tacirle­rine.

Anadolu’nun mâsum yüzüydü bizim çocukluğumuz, köylerinin saflığı, denizlerinin mavisi kadar temizdi yüreklerimiz. Sesleri ırmak­larının şırıltısı kadar gür çıkardı, çivisi çıkmış dünya düzenine. Bir gün seslerini kesti kantarın topu­zunu kaçırmış adalet. Darbenin acı yumruğunu devlet aşkıyla dolu yü­reklerinin tam ortasına vurdular. Bir yüreklerine vurdular yağlı urganı, bir de boyunlarına. Türk Milleti’nin umutlarını, geleceğini, ufkunu ve en önemlisi de bir neslini mahvet­tiler.

Zamanla biter sandılar ama biz her öldüğümüzde bin dirildik. Binimiz bir olduk, tek yumruk olduk. Bize biçilen kefenin daha büyüğünü on­lara biçmeye ant içtik. Tâ ezelden yemin ettik “Töre’den dönersek, devletten ayrılırsak gök girsin kızıl çıksın!”

Şeyh Edebâli’nin dediği gibi:

“Ey oğul! sabretmesini bil, vak­tinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, dev­let yaşasın.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatih Özer Arşivi