Çözümü yozlaştırmamak lazım
Çözümü yozlaştırmamak lazım
Türkiye, dünyada diğer ülkelerde de olduğu gibi doğal afetlerle karşılaşmaya devam edecektir. Sanırım ki bu durumun herkes farkındadır. Önemli olan bu durumu nasıl karşılayacağımız, nasıl önlemler alacağımızdır.
Yaşanan her krizden sonra başında bir takım sıfatları olan, kendilerini o konunun alimi sanan birileri saatlerce televizyonlarda konuşurlar. Bu gibi konularda hükümeti suçlarlar, muhalefeti suçlarlar, statükoyu suçlarlar, belediyeleri suçlarlar, müteahhitleri suçlarlar, zemini suçlarlar, bürokrasiyi suçlarlar, suçlarlar da suçlarlar… Ama sonuçta bakarsınız havanda su dövülür. Bir müddet bu şekilde suçlamalarla gündem devam eder, sonra bu gündem değişir yeni bir gündem oluşur. Ve bir sonraki krize kadar bu gündem tekrar ortaya gelmez.
Bunun böyle olmasının en büyük nedenlerinden birisi, konunun yozlaşmasıdır. Olayı tespit edeceğim diye, tüm konulara değinerek çözüme bir türlü gelememek o işin yozlaşmasını sağlar. Yani olayın etrafında dolaşır durursunuz ama bir türlü, somut ve net adımlar atıp, olayın merkezine gelmezsiniz. Bu da işte olayın gevşemesini, sulandırılmasını yani yozlaşmasını sağlar.
Şöyle bir değerlendirme yapalım: 202 yılında tüm dünyada 6,5 ve üzeri büyüklükte 22 adet deprem olmuş. Bu 22 deprem içerisinde en fazla ölüm, ocak ayında Elazığ’da meydana gelen depremde görülmüş. Yani hatırlayanlar olacaktır, Elazığ’da 41 canımız hayatını kaybetmişti. Şimdi oluşan Ege depreminde de şu ana kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 100’ü geçti. Yani anlayacağınız, kısacası, tüm dünyada meydana gelen depremler içerisinde en fazla can kaybı Türkiye’de yaşanmış. Türkiye dışında yaşanan 12 depremde de sadece 2 kişi yaşamını yitirmiş. Türkiye’de 2 depremde 150’nin üzerinde can kaybı; geri kalan dünyada 12 depremde 2 can kaybı…
Demek ki bir şeyleri yanlış yaptığımız ortada. Hiç “şu haklıydı, bu haksızdı” kavgası yapmaya gerek yok. Kurum ve kuruluşlarımızın hepsi bence haksız ve yanlış yapıyorlar ki, her afette onlarca insanımız hayatını kaybediyor.
O zaman bu tartışmaları yozlaştırmaya, oraya buraya saldırmaya veya bir şeylere alet etmeye gerek yok. Burada bir şeye odaklanmak lazım. O da; bizler doğal afetleri engelleyemeyeceğimize göre, onlarla yaşamaya, depremlerle yaşamaya alışmalıyız. Bunun için de, birinci şart yaşadığımız yerleri doğal afetlere alıştırmalıyız. Bu yerler de tabii ki evlerimiz…
Bu işin hiç “lamı-cimi” yok. Müteahhitleri iyi seçmek, müteahhitleri sorumlu kılmak ve de müteahhitleri kontrol etmek en temel konu olmalıdır.
Bir müteahhit bina yapmaya başlamadan, bina yapımında ve de bina bitiminde kontrollerini enikonu yapmak lazım. Başlamadan; kullanacakları kumu, demiri, çimentoyu ve bilumum malzemeyi kontrol etmek lazımdır. Ardından bina yapımı sırasında birkaç kere bu kontrolleri yinelemek ve en sonunda da binanın yapımı bittiğinde, her türlü test yapmak ve ondan sonra oturma izni vermek gerekmektedir. Bu arada bu denetlemelerin her birini farklı bir ekip yapmalıdır. Oturma izni olmadan oturulan binalara kesinlikle müsamaha gösterilmemelidir. Hatta oturulduktan sonra da zaman zaman bina kontrolleri yapılıp, değişiklikler denetlenmelidir. Merkeze bu düstur oturtulup, bütün çalışmalar bu çerçevede yapılmalıdır. Yani yasa yapılması gerekiyorsa, kanun çıkartılması gerekiyorsa, ne gerekiyorsa bu çerçevede yapılıp bunun sağlanması gerekmektedir. İş aslında bu kadar basittir. Zaten sağlam evlerimiz olunca doğal afetlerden etkilenmemiz en aza inecektir.
Başında “prof” yazan bir bilim adamının açıklamasını izlemiştim. Zeminin kötü olmasının, depremi ne kadar çok etkilediğini anlatıyordu. İşte “havanda su dövmek” dediğim konu tam da budur. Yani adam, denizin ortasına koskoca gökdelen inşa ediyor, o gökdelen depremde yıkılmıyor ama 8 katlı bir apartman yıkılıyor, neymiş “zemin kötüymüş”. Yani bunun mantık neresinde, bilim neresinde, bilim adamlığı neresinde…
Kötü zemin falan yoktur, bunlar hikayedir. Zemine göre inşaat vardır. Örneğin, zemin kötüdür, kocaman demirler kullanırsın, zemin iyidir, ince demirler kullanırsın. İş bu kadar... İyi malzeme kullanarak, sağlam yaptığın bir inşaat, zemin bataklıkta da olsa yıkılmaz, kayalıklarda da olsa yıkılmaz.
Şimdi biliyorum bir takım aklıeveller çıkıp, sen inşaat mühendisi misin, sen müteahhit misin, ne anlarsın, gibi cümleler kullanacaklardır. Onlara da şimdiden cevap vereyim; Ben o dediklerinizden değilim ama mantık bilirim, izan bilirim ve vicdan sahibiyimdir.
Dostlukla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.