Ramazan Yüce

Ramazan Yüce

Belli günlere hapsedilmiş sevgilerimiz

Belli günlere hapsedilmiş sevgilerimiz

Üşenmedim, ‘Belirli gün ve haftalara’ baktım. Ne kadar da günümüz varmış gerçekten. Neredeyse 365 günümüz yetmeyecek. Sevgiler, saygılar, anmalar, hatırlanmalar nedense belli günlere hapsedilmiş.

Bazı gün ve haftalar vardır; mesajla, basın toplantısıyla geçiştirilir, bazıları formalite icabı etkinliklerle yerine getirilir. Bazılarının gelip gitmesinden kimsenin haberi olmaz. Bir sivil toplum örgütünde görev yapan biri: “Dünya Posta Gününü kutlamak için  PTT müdürünü ziyarete gittim. Gününüz kutlu olsun diye çiçeği takdim ettim. Müdür, ‘Ne günü?’ diye şaşırdı. ‘Efendim, bu gün 9 Ekim sizin gününüz’ deyince şaşırdı. Adamlar günlerini bile bilmiyorlar” şeklinde bir anısını anlatmıştı.

 Bazı günler ise tamamen tüketime dönük günler. Özellikle tüketime dönük olan günlerin günler öncesinden gündemimize gelmesi hemen hemen her kesimde beklenir hale geldi. Ayrıca alınan hediyelerde abartıya gidildiğini gözlemlemekteyim. Ömrümüz gün kutlamakla geçecek bu gidişle. Bir bakıyorsun günlere karşı olanlar da kendilerini bu badirenin içinde bulabiliyor. Çünkü sen karşı olsan da karşı taraf beklenti içerisine girebiliyor. Amaca ve öze dönük hiçbir günün kutlanmasına, anılmasına taraftar değilim.

İşin garibi tükettikçe tükendiğimizin farkında değiliz. Bir yarıştır gidiyor bakalım nerede duracak. Hediye almak-vermek güzel bir şey. Aradaki buzların erimesine sebebiyet verdiği gibi sevgiyi de ön plana çıkarabilir. Sevginin, hatırlanmanın bir güne indirgenmesi son zamanlarda moda oldu. Herkese gününde hediye almakla işin içinden sıyrılabileceğimizi düşünüyoruz artık. Halbuki “Sevmek; hediye almak/ vermek değil, emek vermektir” der  Fatma BARBAROSOĞLU bir yazısında.  Sevgiyi bir güne indirgemekten ziyade bir yıla, bir ömre yayabilmektir asıl olan. Hediyeleşme güzel, eyvallah. Buna kimsenin bir diyeceği olmaz. En güzel hediye emek vermektir aslında. Sevgimizi verdiğimiz, emek sarf ettiğimiz  bir şeyden ancak sonuç alabiliriz. Emek sarf edilmeyen sevgilerde çoğu zaman anmalar banal hale gelebiliyor.

Demem odur ki, her sevginin temelinde emek vardır. Emeğin, yüreğin, içtenliğin olmadığı hiç bir yerden, hiç bir ortamdan, hiç bir günden verim alınamaz. Kapımızın önündeki köpeğe bile sevgimizi versek bir ömür boyu köpek vefasını gösteriyor. Yaptığı yemeği zevkle, özenerek yapan bir anne ya da eşin yemeğinin tadı damağımızda kalır. Eşe göstereceğimiz içten sevgi bir ömre bedeldir. Öğrencimize gösterdiğimiz ilgi, alaka yıllar sonrasında saygı olarak karşımıza çıkıyor. "Tebessümü bile sadaka olarak değerlendirir Peygamber efendimiz. Belli kimselerin belli günlerinde paraya kıyabildiğimiz kadar sevgimize de kıyabilsek, paylaşabilsek, bunu sürekli hale getirebilsek; hediyelerin, hediyeleşmelerin en güzeli bence. Mutlu ve huzurlu geçimin kapısıdır. Başka da bir şeye gerek yok. Alınan pahalı hediyeler sadece günü kurtarır, vaziyeti idare eder. Yasak savma/dostlar alış verişte görsün babındandır. Hediye almakla, gün kutlamakla mutluluğun devamı sağlanmaz. Çocuğa oyuncak alınca anlık sevinir ya, bizim büyüklere aldığımız hediye de anlık mutluluk getirir.

Yaptığımız harcamanın  bir de emsal boyutu var. O; şuna şunu aldı. Bu; buna bunu aldı. Benim neyim eksik şeklinde… Artık bir yarıştır gidiyor. Dışarıda yemek yemeler de işin bonusu artık.

Ne dersiniz? Mutluluk ve huzurun kapısını gelin bu şekilde açalım; pamuk elleri cebe atarak değil. Sevgimiz, saygımız anlık ve günlük   değil; ömürlük olsun, bir ömre bedel olsun.

Alınan çiçeklerin günlük solduğu gibi sevgimiz solmasın. Çiçeğimizi her daim sulayalım ki; kurumasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ramazan Yüce Arşivi