AKSİNNE’NİN YARI DELİ YARI VELİ GÜLLERİ
Semtin zararsız “nardengi akıllıları” bir kızdıran olmazsa kendi hallerinde ve sesiz olurlardı. Onları tanıyan tanımayan birileri, bilerek bilmeyerek kızdırırlarsa ortalık karışır, curcunaya dönerdi.
Bilebildiğim kadarıyla bunların en eskisi “gıcıgıcı” denilince kızan yaşlı bir kadındı. Yarım yamalak anımsadığım bu nardengini, mahallenin bakkalı olan babama karşı kışkırtmışlardı. Gıcıgıcı bir gece gelip bizim dükkânın tahta kepenklerine gazyağı dökerek yakmaya kalkışmıştı. Çocuklardan daha çok büyüklerin kızdırdığı bir kadıncağızdı.
Bir diğer nardengi ise Havva Ana Vırık’tı. İsmi Şefika’ydı ama herkes onu Vırık olarak tanırdı. Şimdiki Furkan Dede Caddesi’nin Taş Cami- Uzun Harmanlar Caddesi’yle kesişen doğu köşesindeki virane bir bahçenin içinde; elektriği, suyu bile olmayan yıkık dökük bir evde yalnız yaşardı. Buranın mülkiyeti kendisinin olmasına karşın hiçbir geliri yoktu. Zamanında varlıklı bir ailenin kızı olduğunu, kocasının subay olduğunu ve halen yaşayan bir kızı olduğunu anlatırdı. Kızının başka bir şehirde olduğunu, varlıklı birisiyle evli olduğunu söylerdi. Kocası genç yaşta görev şehidi olduktan sonra böyle zararsız bir nardengi olup çıkmış. Gerçekten görgülü, bilgili yaşlı bir kadındı, görgü kurallarını hakkıyla bilirdi. Bazen gittiği evlerde yemek yeniliyorsa buyur edilmeden sofraya oturmaz, oturduğunda ise gayet kibar bir şekilde yerdi. Zaten herkesin sofrasına da oturmazdı. Herkesten de hiçbir şey kabul etmezdi. Biz ona karşı iyi davrandığımız için olsa gerek gece gündüz bize çok gelirdi. Ben ona bazen yemek, bazen yakacak odun, bazen ekmek götürürdüm kabul eder ve bana dua ederdi. Vırık diyene saldırır, taş atar ve kızar bağırırdı. Bazen yolda giderken yakınında kimse yoksa arkasına döner “vırık- vırık” diye seslenirdi. Bizim Havana Vırığın asıl nardengiliği Süleyman Demirel üstüneydi. “Demirel beni alacak. “Demirel bana diş ısmarladı altı fartla fırt, üstü zartla zurt, yoktan diş, foktan diş altın diş, gümüş diş” diye sayar dökerdi. Havalı kornalar yeni çıktığında “Demirel şifreyle beni çağırıyor, arabalarının düdükleriyle Şefkam- Şefkam diye beni çağırıyor” derdi. Demirel televizyon ekranında görüldüğünde, “Demirel beni görmesin utanırım” diyerek yüzünü kapatırdı. Bazen Demirel’in ağzından sahte mektuplar yazılıp eline tutuşturulurdu. Bazen “Demirel sana hediye almış falancaya vermiş” diye kışkırtırlardı ve bizim nardengini adamın başına bela ederlerdi. Bir trafik kazası sonucu hayata veda etti ama ardında “çok film anılar” bıraktı.
Bizim semtin nardengilerinden birisi de ötekilerden biraz daha akıllı olan Bekir’imizdi. Öteki meczupların yanında “En akıllımız Deli Bekir o da değirmende yoğurt öğütür” sözüne uygun; zayıf, kısa boylu biriydi. Yatacak yeri olmadığından mülkiyeti dedemin olan fırında un çuvalları içinde yatardı. Kışın fırının içinde yazın damında uyurdu. Uykusu ağır olmasına karşın kulağı sala sesinde olurdu. Sala sesini duyar duymaz cenaze evine koşar, tabutun kolunu omzuna aldı mı bırakmazdı ve bahşiş alırdı. Zayıf ve yaşlı birisiydi, başından i eksik etmediği kasketini hep tersten giyerdi. Bir gün Bekir bizim caddenin üzerinde yürürken bisikletli bir delikanlı Bekir’in kasketini kapıp kaçıverdi. Bekir delileşti, bağırdı çağırdı, arkasından koştu ama bisikletin hızına yetişemediğinden bayılıp yere yıkıldı. Sonra anladık ki kasketin içinde parası varmış. Arayıp bulduk kasketi geri aldık. Çok şakalar, çok eziyetler yapardık ama hiç kızmazdı. Sessiz ve zararsızdı.
Gildanlı Mezarlığı yanında kocasıyla birlikte metruk bir evde oturan ve gelene geçene elleriyle tempo tutarak “Abdallar, cingenler, buçuklar, buçukçular” diye bağıran bir Deli Havva vardı. Tatlı kaçık falan değil tam nardengiydi. Kocası sakallı sessiz bir ihtiyardı Osmanlıca kitapları vardı ve bu kitapları hep okurdu. Hiçbir gelirleri olmadığı gibi terk edilmiş yarısı yıkık bir viranede yaşarlardı. Gençliğinde ve evliyken kaçırıp dağa kaldırmışlar, bu acı olaydan sonra nardengi olup çıkmış. Havva’yı terk etmeye gönlü razı olmayan kocası, karısının bütün eziyetlerini çekmeye mahkûm olmuş. Oturdukları virane tamamen yıkılınca cami bahçelerinde, kaldırım üstlerinde yatırlardı. Bazen mahalle kadınlarıyla oturur kendine göre akıllı laflar ederdi. Çocuklar Havva’yı çokça kızdırarak, iyice delirtirlerdi.
Kızdırılmadığında tamamen zararsız olan bir de Abdullah vardı. Doğuştan nardengiydi. Sokaklarda dolaşır, izmarit toplar, fazla konuşmazdı. Biz ona Apodim derdik. Kızmazdı ama kızdığında da üç adam kuvvetiyle karşısındakine saldırırdı.
Maşacı Rahim de yarı nardengi birisiydi. Gildanlı Mezarlığı’nın hemen yanındaki yıkık virane bir evde yalnız yaşardı. Burada maşa yapar ve sokak içlerinde kendi yaptığı maşaları satardı. Kızdıran olmazsa sakin ve zararsızdı.
Sıra geldi bizim semtin “Memet’lerine” Bizde Memet’ten çok ne var? Akıllısı, delisi, velisi hep Memet. Eskilerin bir beylik sözü vardır: “Sen Memet ben Memet damdan düşmüş kel Memet”
İlk nardengi Memed’imiz, omzuna bir çöpçü süpürgesi ile kürek alır, büyük bir teneke kutunun içine tas, tabak, maşrapa falan doldurur, elinin birine de bir ıbrık alarak sokaklarda dolaşırdı. Mahalleliler onu hep ermiş- veli olarak kabullendikleri için bu Memed’i kızdıran olmazdı. Sokaklarda dolaşırken türkü mü, ilahi mi, ağıt mı olduğu belli olmayan makamlı sesler çıkarırdı.
Semt sakinlerinin ermiş- veli olduğuna inandıkları ikinci Memed’imiz anadan doğma hiç konuşmazdı. Her zaman sokağa çıkar, mavi gözlerini gökyüzüne çevirir ve ellerinin parmaklarıyla oynardı. Bütün günü böyle geçen Memet taş atana da kızmaz, küfür edene de kızmazdı. Sadece bazen garip sesler çıkarırdı. Sokağa çıktığında oturduğunu gören olmamıştır. Ayakta durur, çoğu zaman çocukların iteleyip kakalayarak eziyet etmelerine hatta kafasına atılan taşlara falan hiç aldırmadan hareketsiz dururdu.
Üçüncü nardengi Memet birkaç yıldır ortalıkta görünmüyor. Bu Memet “ Annelerim, bacılarım bu gün bana bir yemek verin” diyerek sokakları dolaşır. Kadınların verdiklerini almaz, sadece bulgur pilavı yer. Memed’in böyle bağırarak geldiğini gören bazı kadınlar onu ya kapı önüne ya da bahçeye oturtur ve pilav pişirip sıcak- sıcak yedirirlerdi. Çok sigara içer, karnı tok olsa da bulgur pilavının kokusunu aldı mı sıcak soğuk fark etmez, tabağı sıyırmadan gitmezdi. Gençliğinde her bulduğu uygun bir şeyi sigara ağızlığı olarak kullanırdı. Son gördüğüm zamanlarda kontrol edilemez hale gelmişti.
Dördüncü nardengi Memed’imiz de birkaç yıldır bir hastanede yatmakta. Bu nardengi Memet; mahallenin en eski yerlilerinden Aç Öldümler sülalesindendir. Çocukluğunda çok zeki olan bu Memed’imiz bazı acı olaylar sonucu böyle nardengi olmuştur. Bazen pijamayla, bazen yarı çıplak çoğu zaman da elinde bir defter ve kalemle sokakları dolaşır. Kiminden kalem defter parası, kiminden sigara parası isterdi. Bazen de zorla para versen bile almazdı. Son yıllarda yaşlı annesi de ölünce nardengiliği artmış, sokak aralarında büyük çiş yapmaya, bazen çırılçıplak soyunmaya bile başlamıştı.
Bir de rahmetli Kömürcü Memed’imiz vardı ki tam tatlı belamızdı. Mahalleye odun kömür arabası yanaştı mı Memed’imiz oradadır. Odun kömür taşımak için bir sıkı pazarlık eder. Paranın büyüğüne küçüğüne pek aklı ermez aklına gelen parayı isterdi. Daha işe başlamadan bir paket sigara aldırır, çayıyla yemeğiyle ve aldığı parayla adama “semeriyle seksene oturturdu.” Kimseye bir zararı yoktu. Annesi babası ölünce ağabeyi ve yengesinin yanında kalırdı. Bakımsız olduğu halde kuvvetliydi. Kravat takar, çalışırken bile boynundan kravatı çıkarmazdı. Genç denilecek bir yaşta öldü.
İşte böyle. Gün doğdu, devran döndü. Aramızda deli de kalmadı veli de. Delimizi de velimizi de mumla arar olduk.