Anlayış ve Hoşgörü…
İnsan, insan içinde doğar, insan içinde büyür ve her zaman yine insanlarla birlikte yaşar. Bu, onun tabiatının gereğidir. Madem ki; hayat, tek başına değil, toplum içinde sürdürülecektir. O halde, diğer insanlarla, iyi ilişkiler içinde bulunmak icab eder. Bu, huzurlu ve mutlu olmanın da temel şartıdır.
Her insanın düşünce ve davranışları farklıdır. Dünyada hiçbir insanın sesi, huyu, karakteri, sîması, parmak izi, vs.. bir diğerine benzemediği gibi, inanç ve düşünceleri de benzemez. Bu farklılık sebebiyle; meydana gelebilecek olumsuzlukların bertaraf edilmesi için, tarafların asgari müşterekte buluşmaları, başka bir ifade ile ölçülü ve müsamahalı olmaları gerekmektedir. Ailede, okulda ve iş hayatında birlikte olduğumuz kimselere karşı anlayış göstermemiz, toplum içinde daha çok sevilip sayılmaya ve karşılıklı güven duygularının güçlenmesine sebep olur. Bu da, anlayış ve hoşgörü ile sağlanır.
Hoşgörü; bir anlayış biçimidir. Tolerans, müsamaha ve uzlaşmaya da hoşgörü denilmektedir. İnsanlar arası tanışma ve selâmlaşma hoşgörü ile başlar, sevgi ile seyreder. Sevgi ile yaşantısını süsleyemeyen insan, kendisini yalnızlığa iter. İnsanoğlu severek yaşamasını bilmediği ve hoşgörü ile kaynaşamadığı devirlerde hep birbirini boğazlamıştır. Hoşgörülü insan; hangi ırk, hangi din, hangi mezhep ve hangi sınıftan olursa olsun, insan-ı kâmil sıfatıyla yaşayandır. Tarih boyu sevilen bütün gönül adamları ve halk dostları hoşgörüyü kendilerine ilke yapmışlardır. Yunus Emre’nin deyişiyle; Yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmeyi bilmek, büyük bir incelik ve erdem sayılmıştır. Çünkü, toplumun seven ve sevilen insanları, evrensel anlayışı benimsemiş, güzel ahlâklı ve engin hoşgörüsü olan insanlardır. Bu, olgunluğun göstergesidir. İnsanları tasnife tabi tutmadan, menfaat ve çıkar gözetmeden sevebiliyorsak, bu davranışın ibadet mesabesinde olduğu bildirilmektedir.
Sevgi üzerine söylenmiş birçok güzel sözler vardır, bunları birkaç tanesini ifade edecek olursak “sevgi”, düşünmek başkalarını düşünebilmek kendimizden uzaklaşarak o şahsı fikri veya maddeyi düşünmek, hoşlanmaktır diyebiliriz.
Alman şairi Goethe “Bir Şeyi Sevmeden Onu Anlayamazsınız’’ der. Bir diğer ise “Ne Kadar Seviyorsanız, O Kadar Yaşıyorsunuz’’diyor. İnsanlar en fazla, sevmedikleri şeyleri unuturlar, sevgi bir bakıma da düşünmektir.
Sevgi hayatla başlar ve sevgilerin en kuvvetlisi annenin çocuğunu ve çocuğun annesini sevmesidir. Dünyaya ürkek ürkek gözlerini açan bebekler karşısında onu her bakımdan tatmin etmek üzere hazırlanmış ve donatılmış bir anne şefkat ve sevgiyle dolu bir insan bulur.
Bu sevgi o kadar kuvvetlidir ki, anne gecelerini uykusunu bile feda eder, her yarım saatte bir uyanır, bebeğin düzensiz nefes alması ona en gürültülü çalar saatten daha fazla tesir eder. İşte burada veren, karşılığında hiçbir şey beklemeyen gerçek sevginin en iyi örneğini görüyoruz. Vermekle bitmeyen, her ne bedel karşılığı olursa olsun, zevkle verilen o yüksek duygu.
Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde. Sevginin en önemli özelliği beraberinde anlayışı da barındırmasıdır. Toplum içinde birbirini olduğu gibi kabullenebilen, kötü niyeti iyisiyle değiştirmemiş insanların varlığı gerçek yaşamı yüceltmelidir. Ancak bu sayede etik olana ulaşabilme becerimizi geliştirebiliriz.
Herkesten birisi olmak, sıradanlaşmak yerine kendimiz gibi birisi olmaya çalışmalıyız. Mutluluk büyük isteklerin şöhretin, paranın ve ihtişamın ardında gizli değildir. Mutluluğu sağlayan en temel duygu sevgi ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasındaki temel etken de budur. Çünkü sadece hoşgörü ile sevgi anlayışa varabilmeniz mümkün değildir. Sosyo ekonomik etkilerin sevgi ve anlayışı yok etmesine, sömürmesine izin vermemek gerekiyor. Bunun için ekonomik konularla ilgilenen yetkililerin ve bürokratların toplumların ekonomik refahını sağlamaya yönelik önlemleri almaları gerekiyor.
Bu durumu kozalara benzetiyorum. Binlerce koza çatlamak üzeredir. Bir ya da birkaç gün yaşayabilen kelebeklerin varlıklarıyla doğayı ve çevreyi ne denli güzelleştirdiğini gördüğümüzde, bundan ders çıkarabilmeli ve onlarca yıl ömrü olan biz insanların niçin bir türlü yaşama değer katmakta geciktiğimizi çözmeye ve bunun üstesinden gelmeye çalışmalıyız.
Her şeyde olduğu gibi sevgide de yalanız. Yalandan seviyoruz, yalandan saygı duyuyoruz, yalandan gönül veriyoruz. Her şeyi anladım ama sevgide yalanı anlamadım, anlamakta istemem.
Saygıyla, sevgiyle kalın...