Hoca Ahmet Yesevi
Anadolu’da her şehrin piri vardır. Konya’da Mevlâna, Ankara’da Hacı Bayram Veli, Kastamonu’da Şeyh Şaban Veli, Erzincan’da Terzi Baba gibi. Hoca Ahmet Yesevi ise Ulu Türkistan’ın ve Türk-İslam tasavvufunun piridir. Daha önce “Diyâr-ı Rûm” olarak bilinen yaşadığımız bu topraklar, onun alperenleri sayesinde fethedilmiştir.
UNESCO’nun 2016 yılını Hoca Ahmet Yesevi yılı ilan etmesi, Yesevi’nin çok önemli bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.
Hoca Ahmet Yesevi 1093 yılında Kazakistan’ın Çimkent eyaletine bağlı Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Ölüm yılına dair değişik iddialar bulunmaktadır fakat kesin bilgiye henüz ulaşılmış değil.
Hoca Ahmet Yesevi, Peygamberimize ve onun sünneti seniyyesine son derece bağlı biridir. Bu öyle bir bağlılık ki, 63 yaşına geldikten sonra Allah resulü bu yaşta ahirete göç ettiği için bu yaştan sonraki yıllarını âdeta kendine haram kılarak yer altında bir çilehane yaptırıp ömrünün geri kalan kısmını burada geçirdiği bilinmektedir. Bu bağlamda değişik rivayetler bulunsa da yer altında 10 yıl geçirdikten sonra 1166 yılında dünyadan göç ettiği tahmin edilmektedir.
Hoca Ahmet Yesevi, Anadolu’nun Türk yurdu olmasında ve aynı zamanda İslamlaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Nitekim yetiştirdiği erenlerle bu topraklarda âdeta bir nakkaş gibi yeniden sevgi ve barış iklimi meydana getirmiştir.
Hoca Ahmet Yesevi fikri ya da düşüncesi sadece bir dinî eğitim düşüncesi değildir. O, halkının günlük yaşantısında insanlara yol gösteren biridir. Bunu talebelerinin ticaret yolları üzerindeki halkı ticarete teşvik etmesinden ya da tarım alanlarına yakın yerlere yerleşen talebelerin insanları tarıma teşvik etmesinden anlıyoruz. Yani büyük Türk üstadı âlimliğinin yanında aynı zamanda iyi bir sosyologtu.
Aşağıdaki dizelere kulak verirsek;
Bismillah dep beyân eyley hikmet aytıp,
Tâliblerge dürr-ü gevher şaştım mına.
Riyazetni kattı tartıp kandar jutup,
Men defter-i sâni sözın aştım mına.
Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip,
Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.
Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup,
“İkinci defter” sözlerini açtım ben işte.
BU sözleriyle şiirlerini halk diliyle söylediğini de gözlemleyebiliyoruz. Eski Anadolu Türkçemize biraz hâkim olabilirsek Yesevi’yi çok rahat bir şekilde anlarız. Yani halk diliyle halkı eğitme düşüncesi onun bariz özelliğidir. Bunun yanında birlik beraberlik ve kardeşlik vurgusuyla toplumsallaşmaya da ayrıca önem vermiştir.
Millet olma, millîleşme fikri onda hep var olmuştur. Dönemin ünlü simalarına baktığımızda her birinin değişik meziyetleri vardır. Kimisi tıpta, kimisi matematikte, kimisi gök biliminde, tarihte, edebiyatta, tefsirde, hadiste vs. Hoca Ahmet Yesevi’yi gönül dünyalarına hızla kabul etmişlerdir. O, gönülleri eğitmiştir. İnsanları eğitirken iki ana unsuru hep kendisine düstur edinmiştir: 1) İnanç 2) Millîlik.
Ahmet Yesevi, son derece saygınlığı olan bir kanaat önderi olarak toplumsal bütünleşmeyi ve değişimi sağlamıştır. Henüz İslamla tanışmayan kitlelere İslamın güzelliklerini anlatıyor ve bu güzelliklerle tanışmalarını tavsiye ediyordu. Bütün bunları yaparken halk dilini tercih etmesi kısa sürede büyük mesafeler kat etmesini sağlıyordu.
Bunların dışında ahlaki değerlere de değinerek toplumun bu noktadaki ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Nefis terbiyesinin önemine işaret ederken insanoğlunun öncelikle şeriatı bilmesi gerektiğini ifade eder. En büyük cihadın nefisle yapılan cihat olduğunu ısrarla belirtirken şeriat, tarikat, marifet ve hakikat döngüsüne de bir farklılık getirir. Diğer taraftan Türklerin İslamiyetten önce de geleneksel olarak manevi bir dünyaları olduğunu biliyoruz.
Ahmet Yesevi; cimrilik, açgözlülük gibi kötü hasletlerin insanları üzecek hareketler olduğunu ve bu hareketlerden kaçınılmasını tavsiye etmiştir.
Hoca Ahmet Yesevi’ye göre ahlaklı bir toplumda âlimler liyakatli, amirler de adaletli olur. Hz. Sultan cahillerle çok yakın olmayı da doğru bulmaz. Ahmet Yesevi, insanın toplumla haşır neşir olarak dert çekmesi gerektiğine inanır. Dert çekmeyen insanı ise hayvana benzetir.
İlginç olan bir diğer yönü ise yüce gönüllü üstadın geçimini tahta kaşık ve tabak yaparak sağlamasıdır. O, hayatının hiçbir döneminde ruhbanlıktan yana olmadı.
Tasavvuf anlayışının temellerini atarken özünden de kopmadan halk ile hareket eden bir tebliğ anlayışıyla bu konuya yaklaştı. Bunun yanı sıra evrensel görüşleriyle bugünlerimize ışık tutmuştur. Şayet onun öğretilerinin peşinden gitmeyi gaye edinebilseydik bugün Alevilik-Sünnilik, Kürtlük- Türklük gibi nice ayrışmalar olmaz ve toplum rahat bir nefes alırdı.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, bu ışık hâlâ bize bir beden büyük gelmektedir. Ulu Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi, asırlar önce günümüze seslenirken birçok konuda bizleri uyarmış, bize yol göstermiştir.
13. asırda çok büyük çatışmalara ve katliamlara maruz kalan Anadolu halkı, Ahmet Yesevi ve Hz. Mevlâna gibi toplumu birlik ve beraberlik içinde tutan değerlerin felsefesine sarılarak yaşanan acılara göğüs gerebilmişlerdir.
Bunun yanında Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı Saltuklar ise Yesevi atamızın felsefesini Anadolu’dan Balkanlar’a taşımışlardır.
Bu büyük şahsiyetler hiçbir zaman güncelliğini kaybetmezler ve onların sözleri elimizde ve gönlümüzde taşımamız gereken düsturlardandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.