Mahallem ve Ben
Bir zamanlar içinde doğup büyüdüğüm bir mahallem vardı: Sevinç ve tasada, fikir ve düşüncede; din, dünya ve siyasi görüşte, olayları değerlendirmede vs. hemfikirdim. Balta girmemiş Afrika ormanları gibiydi mahallem. Biz başka mahalleyi bilmez, başka mahalleler de bizi bilmezdi. Başka mahallelerle ilgili bildiklerim, öncü diye bildiğim, sayıp sevdiğim ve değer verdiğim büyüklerimin anlattıklarından ibaretti. Aynı köşe yazarlarını okur, aynı gazeteleri takip eder, belli yazarların kitaplarını alır, belli kişilerin konferanslarına giderek salonu hıncahınç doldurur, dinledikçe deşarj olurduk. Birimiz veya birkaçımız bir araya geldiğinde mangalda kül bırakmaz, dürüstlüğü kimseye vermezdik. Kulaktan dolma bildiğimiz diğer mahalle sakinlerine ise önyargılıydık. Zira iyilik bizde, kötülük onlardaydı. Dini en iyi biz yaşardık. Diğer mahalleliler ya dine mesafeliydi ya da yaşadıkları din, bize göre eksikti. Ülkeyi bize verseler, ülkeyi en güzel şekilde yönetir, herkese adalet dağıtır, herkesi müreffeh bir şekilde yaşatırdık. Yaşanabilir bir ülke ancak bizim elimizle olurdu. Başkası ancak zulüm yapar, huzursuzluk verirdi. Çünkü onlar kendi ceplerine çalışır, ülke kaynaklarını kendi yandaşlarına peşkeş çekerdi. Gelmiş geçmiş hükümet ve siyasi görüşlerin de yaptıkları bundan ibaretti… Böyle büyüdüm mahallemde.
Başka kesimlerin içine girdiğimde, onlarla teşriki mesaim olsa da onlara hep mesafeli oldum. Yine de onları dinledim ve gözlemledim. Bunlarla bir ortak noktada buluşamaz mıyız diye içimden düşünmeden edemedim. Çünkü kafa yapım, hayat görüşüm örtüşmese de içlerinde dürüst olanları yok değildi. Farklı görüşte olmalarına rağmen diğer mahallenin bazı insanlarıyla aramızda bir hukuk oluştu.
Gel zaman git zaman, çocukluğumu, gençliğimi ve olgunluk çağımı geride bıraktım ve yarım asrı devirdim. Mahallem; fikriyle, zikriyle, siyasetiyle muktedir oldu. Rab Teâlâ’ya ne kadar şükretsem azdı. Nasıl şükretmezdim. Kimse bizi muhatap almazken, hiçbir yerde esememiz okunmazken, suyun başına kimse yaklaşamazken nicedir suyun başında benim mahallem var. İmkân ve güçle sınanan mahallem bir süre hakkını da verdi, işi iyi götürdü.
Şimdi dönüp bakıyorum ve kendi kendimi sorguluyorum. Her şeyimiz yalancı bahardan ibaretmiş gibi düşünmeye başladım. Sanki tüm dürüstlüğümüz; makam, mevki, şöhret ve imkanlarla sınanıncaya kadarmış. Yokmuş aslında diğerlerinden farkımız. Üstüne bir de giydiğimiz beyaz sarığı kirlettik. Zirveden aşağıya doğru tepetaklak giderken, savunduğumuz değerler de bizimle beraber gidiyor. Ne eleştiriye geliyoruz ne bir katkıya. Eleştirdiğimiz, ayıpladığımız ne varsa dün dündür, bugün de bugün diyerek bir güzel “u” dönüşü yapıyoruz. Çeliştiğimizi hatırlatanları düşman belliyoruz. Elimizi başımıza alıp “Hani biz onlardan farklıydık, niye böyle olduk, nerede hata yaptık yoksa bizim kumaşımız da onlardan farklı değil miymiş diyeceğimize, başkası gelsin de görün gününüzü” diyerek korku pompalamaya devam ediyoruz. Efendim, kötü yapıyoruz dediğimizde “Başkası sanki iyi mi yapıyor” diyoruz. Daha olmadı, “Dünyada böyle. Biz yine iyiyiz. Nankörlük yapmayın” diyoruz.
Gerçekten ne oldu bize? Biz böyle miydik de kendimiz dahil kimse bizi bilmiyordu yoksa makam-mevki, güç-kuvvet ve imkanlar mı bizi değiştirdi?
Zoruma giden nedir biliyor musunuz? Benim gördüğümü mahallemden çoğunun görmemesi. Bu durumda ya bende bir sıkıntı var ya da mahallemde. Umarım sıkıntı bendedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.