Ramazan Yüce

Ramazan Yüce

ÇAĞIMIZIN VEBASI

ÇAĞIMIZIN VEBASI

Ameliyat olan bir yakınınızın yanında refakatçi olduğunuz bir esnada doktor sizi odasına davet edip “Senin kendinden haberin yok galiba, sende tahlil ve tetkik yapalım” dese, üç gün sonrasında da “Senin 24 aylık bir ömrün var, çünkü sen lenfoma kanserisin” dese ne yapardınız?
            Dünyada her yıl 12 milyon kişi, ülkemizde 150-200 bin kişi kanser hastalığa yakalanıyor. İyi huylusu ve kötü huylusu olduğu söylenir. Halk arasında bu hastalığın adı pek söylenmez. “ Kötü hastalıkmış” der geçeriz.  Çağımızın vebası. Çeşidi çok. Bu gidişle bu hastalığa yakalananların oranı daha da yükseleceğe benziyor.
            Çevrenizde kanserin çeşitlerine yakalanan tanıdıklarınız vardır. Hangi birimiz günü belli ve sınırlı bir hayatı yaşamak ister. Onların psikolojisini anlayabiliyor muyuz gerçekten? Ne kadar gülseler de, ne kadar insanların içerisine girseler de, ne kadar tedavi olmaya çalışsalar, yeseler, içseler , bir an için dertlerini unutsalar da o ölümcül hastalık hiç onların yakasını bırakmıyor. Hayata tutunmaya çalışıyorlar. Allah’tan ümitlerini kesmeseler de mücadeleye devam ediyorlar. Belli etmeseler de karamsarlıkları yüzlerine vuruyor. İçlerine kapanmış, kabuklarına çekilmiş bir şekilde. Eğer buna yaşama denirse.  Bakış ve duruşlarına bakarsan hayattan zevk  almadıkları belli. Belki de  tâ derinden    “Niçin ben” diyorlar.
            Hayatı boyunca mağdurun elinden tutmuş, herkesin imdadına koşmuş bir dostum var. 2-3 yıl öncesine kadar şen şakrak hayat dolu birisi idi. Aniden içine kapandı. İşine verdi gece gündüz kendisini. Yanına varıp neyin var dedikçe “Hiçbir şeyim yok” dedi. Tavrın bana mı, bir suç mu işledim dedikçe “Sana öyle geliyor, yok öyle bir şey” demeye başlamıştı. Bana hiç kızmazdı. Kızmaya ve hatta sinirlenmeye başladı. Hem bana hem de başkasına.  Zaman zaman da gönül koymadım değil, ben ona ne yaptım ki diye…Yüzü hiç gülmedi. Aniden yaşlanmıştı sanki. Hayatın bütün yükü yüzüne vurmuştu belki de. Ama ser verdi, maalesef sır vermedi. İçini dökmedi. Açılmadı. Topluluktan, kalabalıklardan uzaklaştı, kendini dört duvar arasına hapsetti. Ben; bu, bana karşı tavırlı, ona ne yaptım ki diye düşüne durayım.  Ateş düştüğü yeri yakıyor demek ki.
      Birkaç gün önce hayatını başkasına iyilik yapmaya adamış çok sevdiğim, değer verdiğim o  dostumun lenfoma kanserine yakalandığını duydum. Ertesi gün aradım çarşıda buluşalım diye. Konuyu hiç açmadım. Durumunu bildiğimi hiç belli etmedim. Sanki durumunu bildiğim içine doğmuşcasına açtı konuyu. “40 ay oldu bugün bana teşhis konalı”  dedi. Kim biliyor bu durumu, niçin açmadın? Dedim. “Kimsenin acımasını, acıyarak bakmasını istemiyorum” dedi. “Sen en azından içinde ne barındırdığını, derdini biliyorsun, teşhisin konmuş, biz içimizde hangi hastalığı barındırdığımızı bile bilmiyoruz. Doktor sana 24 ay ömür biçmiş, maşallah 3,5 yıl olmuş yaşıyorsun. Kimin ne kadar yaşayacağını Allah bilir. Sıranın kimde olduğu bilinmez be kardeş” dedim, başka bir şey diyemedim. Ayrıldık.
            Dostumun  yüzünün niçin gülmediğini, niçin kalabalıklardan uzaklaştığını, niçin içine kapandığını maalesef 3 yılı aşkın bir zaman sonrasında  öğrenebilmiştim. Derdini öğrendim, maalesef hiçbir şey yapamadım. Ne yapılabilir ki bu durumda?
      Yaptığı iyilikler –varsa- günahlarına keffaret olur inşallah. Allah’ım ona ve diğer hastalarımıza şifa versin. Yardımını esirgemesin. Çünkü O, Rahman’dır ve Rahim’dir.       Hepimize bereketli ömür ve hayırlı ölümler nasip etsin. Çünkü “O’ndan geldik. Yine O’na gideceğiz.” Eyvallah! Amennâ ve saddaknâ. Baki Selam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ramazan Yüce Arşivi

Mina

26 Aralık 2020 Cumartesi 00:01
SON YAZILAR