Pazartesi Hadisimiz
PAZARTESİ HADİSİMİZ
Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.”
(Müslim, Zikr 39, 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 14; Tirmizî, Daavât 7; İbni Mâce, Mukaddime 17)
Açıklamalar
Kur’an ve hadis okuyup dinleyerek, onların meâllerini, tefsir ve açıklamalarını öğrenerek, vaaz ve nasihatlere kulak vererek veya Allah’ı anıp zikrederek O’na bağlılıklarını sunan kimselere Cenâb-ı Hakk’ın ikramları anlatılmaktadır. Meleklerin Allah’ı zikredenlerin etrafını nasıl alıp onları dinlediğini, Cenâb-ı Mevlâ’nın bu kullarını meleklerin yanında nasıl anıp onlardan hoşnut olduğunu yukarıdaki hadisten pek güzel öğrendik. Rahmetini onlardan esirgemeyeceğini, korktuklarına uğramayacaklarına dair onlara güvence verdiğini gördük.
Zikreden mü’minlerin üzerine sekînet inmesine gelince; bu sözle onları Allah’ın rahmetinin kuşatacağı ve bu sebeple gönüllerine derin bir huzur ve itmi’nan geleceği, kalplerindeki sıkıntının gideceği, Allah’a olan saygılarının daha artacağı anlatılmaktadır. Gönüllerine mânevî bir huzur hâkim olan kimseler hem dünya hem âhiret bahtiyarlığını yakalamış olurlar; şeytanın aldatmacalarına kolay kolay pabuç bırakmazlar. Sekînetin nasıl indiği hususunda insanı derin hayretler içinde bırakan bir hadîs-i şerîf vardır. Ashâb-ı kirâmdan Üseyd İbni Hudayr bir gece Kur’an okurken birdenbire atı şahlandı. Buna aldırmayan Üseyd okumaya devam etti. At yine şahlandı. Üçüncü defa yine aynı hal meydana gelince, atın yanında oğlunun yattığını ve çocuğa bir zarar gelebileceğini düşünerek Kur’an okumayı bıraktı. Bu sırada başını kaldırıp yukarı bakınca, içinde pırıl pırıl kandiller yanan, buluta veya gölgeliğe benzeyen bir şey gördü. Sonra bu nesne göğe doğru yükselip kayboldu. Ertesi gün bu olayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattığı zaman, Efendimiz ona keşke okumaya devam etseydin, buyurduktan sonra, onun sekîne olduğunu, bir başka rivayete göre melek olduklarını ve Kur’an dinlemek için geldiklerini söyledi (Buhârî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 11; Müslim, Müsâfirîn 241-242; ayrıca bk. 1000 numaralı hadis).
Şu halde nerede olursa olsun mü’minler bir araya gelip kendilerine Allah’ı hatırlatan, O’nun kudretini düşündüren, O’nun lutuflarını anmaya vesile olan sohbetler yapmalı, Kur’an okumalı ve hep birlikte Cenâb-ı Mevlâ’nın rahmetini aramalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah’ı anmak üzere bir araya gelen kimseleri O’nun melekleri, rahmeti, bereketi çepeçevre kuşatır.
2. Cenâb-ı Hakk’ı ananların gönüllerine huzur gelir.
3. Allah Teâlâ kendisini ananları, meleklerinin yanında anarak onlarla övünür.
SALI HADİSİMİZ
Ebû Vâkıd Hâris İbni Avf radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Nebevî’de oturmuş, sahâbîler de onun etrafını almışken karşıdan üç kişi çıkageldi. İkisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yöneldi, diğeri gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelenlerden biri cemaatin arasında bir boşluk görüp oraya oturdu. Öteki ise cemaatin arkasına gidip oturdu. Üçüncü adam da çekip gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince (bunlar hakkında) şöyle buyurdu:
“Size şu üç kişinin durumunu haber vereyim mi? Onlardan biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri (insanları rahatsız etmekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti. Ötekine gelince, o (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.”
(Buhârî, İlim 8, Salât 84; Müslim, Selâm 10. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 29)
Açıklamalar
Mescid-i Nebevî’nin yanından geçmekte olan, fakat kim oldukları bilinmeyen üç kişi içeri şöyle bir gözattılar. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ashâb-ı kirâmın arasına oturmuş onlarla sohbet etmekte olduğunu gördüler. Onlardan ikisi böyle bir fırsatın kaçırılmayacağını düşünerek hemen içeri girdiler. Bazı rivayetlerden öğrendiğimize göre selâm verip oturacak yer aradılar. Biri sohbet halkasının bir yerinde boşluk görüp oraya çöktü. Öteki sahâbî cemaatin arasına sıkışarak onları rahatsız etmekten çekindiği için en arkaya gidip oturdu. Bazı âlimlerin münâfıklardan biri olabileceğini düşündüğü üçüncü kişi ise, bu zikir meclisine önem vermeyip yoluna devam etti.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu üç kişi mescide geldiğinde devam etmekte olan sohbetini bitirince, onların davranış tarzlarını ashâbına açıklamak istedi. Sohbet halkasında bulduğu boşluğa oturan kimsenin halini Allah’a sığınmak diye değerlendirdi.Allah’ın da onu rahmetiyle ve hoşnutluğuyla barındıracağını belirtti. Oturanların arasına sıkışmak suretiyle onlara sıkıntı verebileceğini veya Resûl-i Ekrem’in dikkatini dağıtarak onu rahatsız edebileceğini düşünerek en arkaya gidip oturan sahâbînin bu nezâketini pek beğenen Efendimiz, onun bu tavrını utanmak diye değerlendirdi; Cenâb-ı Hakk’ın da ona merhamet buyuracağını ve onu günahlarından dolayı hesaba çekerek utandırmayacağını bildirdi. Üçüncü kişinin hiçbir işi ve mâzereti olmadığı halde o zikir meclisinden yüz çevirdiğini belirten Peygamber aleyhisselâm, Allah’ın da ondan yüz çevirdiğini haber verdi veya bunu bir temenni olarak söyledi. Bir başka rivayette bu üçüncü şahıstan söz ederken Resûlullah Efendimiz’in “O iltifat etmedi, Allah da ona iltifat etmedi” buyurduğu belirtildiğine göre, onun bu sözü bir temenni maksadıyla söylemediği, adamın halini haber verdiği anlaşılmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İlim, zikir ve sohbet meclislerine devam etmek Allah’ın rızâsını kazanmaya vesiledir.
2. Bu meclislerin ashâb-ı kirâmın yaptığı gibi daireler, halkalar şeklinde olması daha uygundur.
3. Böyle bir meclise gelenler, namazda saf tutarken yaptıkları gibi öncelikle boş yerleri doldurmalıdır. Hem böyle yapan kimsenin hem de oturanları rahatsız edeceğini anlayıp arkalardaki bir yere geçip oturan kimsenin davranışı edebe uygundur.
ÇARŞAMBA HADİSİMİZ
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:
Muâviye radıyallahu anh mescidde halka halinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:
- Burada niçin böyle toplandınız? diye sordu.
- Allah’ı zikretmek için toplandık, diye cevap verdiler. O tekrar:
- Allah aşkına doğru söyleyin. Siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz? diye sordu.
- Evet, sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Muâviye:
- Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ilim halkasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:
- “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.
- Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. Resûl-i Ekrem:
- “Gerçekten siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.
- Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü:
- “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim” buyurdu.
(Müslim, Zikir 40. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât 37)
Açıklamalar
Ashâb-ı kirâm Peygamber aleyhisselâm’dan duydukları bazı hadisleri, burada Hz. Muâviye’nin yaptığı gibi aynen onun üslûbuyla rivayet etmişler, tâbiîler ve daha sonra gelen nesiller de o hadisleri birbirlerine rivayet ederken hep aynı üslûbu kullanmışlar ve böylece adına müselsel dediğimiz hadis türü meydana gelmiştir.
Muâviye radıyallahu anh “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur” sözüyle, mü’minlerin annesi olan kız kardeşi Ümmü Habîbe hazretleri sebebiyle Peygamber Efendimiz’e olan yakınlığını anlatmaktadır. Onun kayın biraderi olduğunu, yanına teklifsizce girdiği için kendisinden çok hadis duyduğunu, fakat rivayet konusundaki titizliği sebebiyle bunların pek azını rivayet ettiğini, işte bu sebeple Resûlullah’tan şimdi nakledeceği hadise iyi kulak verip öğrenmeleri gerektiğini söylemektedir.
Kendisini zikreden kullarıyla Allah Teâlâ’nın iftihar etmesi, meleklerin yanında onlarla övünmesi meselesine gelince, Cenâb-ı Hak meleklerine âdeta şöyle demektedir: Ben sizi ibadet etmek üzere yarattım. Nefes alıp vermek nasıl tabiî bir şeyse, sizin için ibadet etmek de öyledir. Ama yeryüzündeki kullarımın hali böyle değildir. Bir taraftan nefisleri onlara ibadetin zor olduğunu telkin etmekte, öte yandan çeşitli tuzaklarıyla şeytan ve şeytanın askerleri onları baştan çıkarmaya çalışmaktadır. Bununla beraber o benim has kullarım hem nefislerinin telkinine hem şeytanların iğvâsına kulak vermeyip ibadetlerine devam ederler; bir araya gelip beni zikrederler; işte bu sebeple benim has kullarım övgüye ve takdire sizden daha fazla lâyıktır.
İlim öğrenmek, Kur’an okumak, hadislerin aydınlığında ruhları yüceltmek gibi ulvî maksatlarla bir araya gelip Allah’ı zikreden kimseler, Cenâb-ı Hakk’ın hem takdirini hem de rızâsını elde ederler.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mü’minler, başka hiçbir menfaat gözetmeden sadece Allah rızâsı için zikir meclislerinde bir araya gelmelidir.
2. Kendisini samimiyetle zikreden kullarıyla Allah Teâlâ meleklerinin yanında iftihar eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.