İnsan geldiği yeri unutmamalı (2)
Sendika üyeliğimin olmaması içeriğine girmeyeceğim dedim ama son zamanlarda yapılan bazı söylem ve eylemlere değinmeden geçemeyeceğim. 2021 toplu sözleşmesinde yüzde bir üyeye sahip sendika üyelerinin, sendikasız memurlara ve sendikalı olup da sendikası yüzde biri yakalayamayan memurların faydalanamayacağı 400 liralık sendika ikramiyesi, bazılarına göre tam bir fecaat ise de toplu sözleşmeye imza atanlar ve yüzde bir üyeye sahip bir sendikanın mensubu olanlar, bunu büyük bir kazanım olarak görmektedir. Bu ikramiye kazanım olmaya bir kazanım. Bu kazanım çerçevesinde bir sendikanın üye sayısını artırmak ve mevcut üyesini tutmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız toplu sözleşmede tüm memurların faydalanabileceği şekilde bu ikramiyenin memur maaşlarına yüzde olarak dahil edilmesini isterdim. Çünkü bu enflasyonlu hayatta memurlara verilen zam yüzdesi, enflasyona ezdirmeyeceğiz denilen memurun beklentilerinin çok altında kalmıştır.
Şayet bu mümkün değilse, en azından yüzde birin altında üyeye sahip sendika üyelerinin de bu haktan yararlandırılması talep edilebilirdi. Diyelim ki yüzde bir ve daha fazlasına sahip sendikaların hayatiyetine devam etmesi, diğerlerin yok olup gitmesi istenmiş ve bu talep de kabul gördü. Sonrasında küçük sendikaların merdiven altı şeklinde tanımlanması, sendikalı ile sendikasızların aldıkları ücret farklılığını savunmaları, makasın daha da açılması gerektiği şeklinde açıklama yapmaları beni ister istemez düşündürdü.
Beni düşündüren ne derseniz, bugün başkalarını merdiven altı diye değerlendirenlerin söylemlerine bir kıyas yapmak gerekirse kendileri
de bir zamanlar Türkiye çapında esemesi okunmayan, tanınmayan, ağırlığı olmayan küçük bir sendika idi. Yani kendilerinin tabiriyle merdiven altıydılar. Özellikle “makasın daha da açılmasının” istenmesi ve küçük sendikaları merdiven altı olarak tasvirleri kanaatimce hoş olmadı. Zaten bu sözler kamuoyunda epey tepki çekti. Bu sözle görüyorum ki geldikleri yeri ve küçüklüklerini yani dünü unutmuşlar. Keşke merdiven altı tabirini kullanmamış olsalardı.
Niyetlerini bilemem ama söylemleri bana güç zehirlenmesi yaşadıklarını, büyüklük kibrine kapıldıklarını hatırlattı. Bu hatırlamam bana şu hikayeyi de hatırlattı. İster istemez Ayaz kadar olamadılar dedim. İnsan ne olursa olsun dününü unutmamalı. Çünkü dününü unutanların elinden verdiği nimeti Allah er veya geç alır. Sizi hikayeyle baş başa bırakıyorum: “Ayaz isminde bir köle, gel zaman git zaman sonra Gazneli Mahmut’un kölesi olur. Köle kendisini kısa zamanda Sultan Mahmut’a sevdirir. Sultan da onu, sultanlığın haznedarı olarak tayin eder. Her türlü mücevherat Ayaza emanet edilir. Bir kölenin bu şekil yükselmesi saray eşrafı tarafından pek hoş karşılanmaz. Ayaz’ın sık sık hâzineye gittiğini, oradan mücevherleri çaldığını, sultana şikayet ederler. İşin aslını öğrenmek için Sultan Mahmut, yaptırdığı bir delikten hâzineye giren Ayaz’ı takip eder. Ayaz’ın önce sandığı açtığını, sandıktan bir bohça çıkardığını, bohçayı öptüğünü sonra açtığını izler. Bohçanın içinden çıkardığı ise köleyken giydiği yırtık elbise. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zaman kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sorar. Ardından “Bir hiç idin. Satılacak bir köleydin sadece. Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma. Çünkü mal-mülk, insanın geçmiş hafızasını uçurur, insana kendini unutturur. Geçmişini unutmamak için nimetçe senden aşağı olanlara hor bakma ve geldiğin yeri daima hatırla.” şeklinde mırıldanır. Sonra bohçayı yerine koyup sandığı kapatır ve dışarı çıkınca sultanla karşılaşır. Sultan ona, “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, şimdi ise kalbimin hazinedarısın.” der.
Sanırım bu hikaye, kıssadan hisse almak isteyenler için birebir. Allah kimseyi şaşırtmasın ve geldiği/çıktığı yeri yani dününü unutturmasın. Kimseyi de ne oldum delisi yapmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.