Belkiler Müzesi
“Vazgeçmemek için belkilerle dolu bir müze kurduk kendimize.”
Her tarafta gitmeyip kalışlarımız, erteleyip yapmayışlarımız var. Her duvarda söyleyemediğimiz sözler, cesaret edemediğimiz kararlar asılı sanki. Raflar hep tozlu “belki yapar”, “belki söyler”, “belki döner” numaralı eserlerle dolu. Hepsi de oldukları yerden bize bakıyorlar; bir zamanlar ihtimal sandığımız ama vazgeçmeye kıyamadıklarımız onlar.
Çünkü vazgeçmeyi cesaret sanıyor, yokluklarından korkuyoruz. Kaybını yaşamamak için yaşayamamanın korkusu sanki. Bir eşikte duruyor ne içeri ne dışarı hareket edebiliyoruz. Kalırsak adına “sabır” diyor gidersek de “cesaret” diyoruz. Biz de yolumuzu böyle buluyoruzdur belki kim bilir.
Yaşadığımız çoğu kalp ya da hayal kırıklığında bunları birer nadide eser gibi müzenin rafına yerleştirip süslüyoruz etrafını güzelce. Ve bunun adına “deneyim” diyoruz. Belki cam fanuslarda saklıyoruz deneyimlerimizi. Her müzeye gittiğimizde onu orada görmek bize “evet bunu unutmuyorum” dedirtiyor. Onu oradan kaldırıp atmak yerine ekstra bu özenin sebebi ne olsa gerek?
“Acıya olan aşinalığımız, boşluğa olan aşinalığımızdan daha fazladır belki de.”
Bazı şeylerin bitmiş olması değil de anlamı olmamasından korkarız çoğu zaman. Belki de adına vazgeçmek dediğimiz şey kendimizde bir yer açmaktır. Belki yeni bir hikâyeye, belki yeni bir yolculuğa. Pes etmek değil kabullenmek ağlarıyla öreriz belki yeni hikayemizi. Belkiler müzesinde sergilenen her “olmaz” ve “belki” aslında neyi bırakmamız gerektiğinin bir özetidir hayatımızda. Onları oraya koymaya gücün varken hala sırtında taşımaktan yorulmadın mı?
İşte artık savaşın bitmesi gerektiği noktadayız.
Ve sanki şairin “senden vazgeçtim” demek istemeyerek yazısını şu şekilde sonlandırdığı gibi;
“Merhamet bilmeyen kalbinden öpüyorum. Benim seninle olan savaşım bitti. Gözlerin istediğine gülebilir.”