Eskiler mi güzeldi, eskiden mi güzeldi?
Sokakta oynayan çocukların sesleri, sobada közlenen patates ve kestaneler, ara sokaklardaki muhallebiciler, sıcak komşuluklar, büyük bir özenle yazılan o kokulu mektuplar…
Bunların yerini ne kadar çok şey aldı değil mi? Ama doldurabildi mi, orası muamma…
Sosyal medyalar, lüks kafeler, restaurantlar, gelişen teknoloji, yapay zekalar ve olmayan komşuluklar…
Bütün bunlar benim kulağıma pek hoş gelmiyor açıkçası. Tamam kabul ediyorum eskileri yaşamış birisi değilim o kadar. Ama bu çağda yaşamak istemezdim. İnsanların daha çok samimi olduğu, sıcak ve samimi ilişkilerin kurulduğu, teknolojinin kölesi olmayan o çağlarda yaşasaydım keşke.
Çünkü şu dönemde insanların değil yapay zekaların ön planda olduğunu gördükçe üzülüyor ve korkuyorum. İnsanların bu kadar tembelleşmesini anlamıyorum. Ve kendi sonunu getirmek için bu kadar çok çaba harcayan başka tek bir canlı göremiyorum.
Eski zamanların modası bile bir başka. Dallas, Güzel ve Çirkin, Kara Şimşek, Şahin Tepesi, Yalan Rüzgarı, yüksek bel pantolon, aerobik kıyafetleri ve o unutulmaz tozluklar, bel çantaları, geniş omuzlu kadınlar zamanı ve olmazsa olmazlar arasında vatka, renk cümbüşü, aslan başı saç modeli, kelebek tokalar, punk modası, 80'ler saç modası saç bantları, taraklı toka, 36 pozluk fotoğraf makineleri, çocuklarda bağımlılık ve tedavisi konulu seminerlere sebep olan alet ‘’tetris’’, çevirmeli telefonlar, şekerli leblebi, Perihan Abla ve daha niceleri…
Kim böyle bir zamanda yaşamak istemez ki? Bu güzel zamanların hiç mi zorlukları yoktu? Tabi ki de vardı. Lakin güzellikleri daha fazlaydı. 80’ler Türkiye’si; iki farklı iktidar projesinin, iki farklı söz siyasetinin ve iki farklı kültür stratejisinin sahnesi olmuştur. Bu dönem bir yandan baskı ve yasak dönemi; diğer yandan yasaklamak yerine dönüşüme yol açmayı hedefleyen, yok etmek yerine içermeyi deneyen kuşatıcı bir kültürel stratejiye sahipti.
80’li yıllarda İETT araçlarıyla seyahat ederken gidilecek mesafe kadar ücret ödenirdi. Bence yapılması gereken de bu. Mahalle bakkallarında şimdiki gibi paketlenmiş bisküviler mevcut değildi. Tekerlekli ve dört tarafı cam vitrinle çevrili arabalı muhallebiciler, sokaklarda gezerdi.
Şimdi ise en çok sevdiğim şeye geldik; Mektup. Mektuplaşma, kısmen de olsa 80’lerin ortalarına kadar süre gelen bir haberleşme biçimiydi. Şehrin belli noktalarında sarı renkli posta kutuları yer alıyordu. Kutunun üzerinde bazı uyarı yazıları yer alırdı. Bunlar, içinin hangi günler ve hangi saatlerde açılarak biriken mektupların toplanacağını söyleyen yazılardı. Bu yılların modası ise bir başkaydı. Renk cümbüşleri içerisinde olmak ve permalı bir saç yaptırmak oldukça yaygındı.
Kısacası bu yıl, rüküşlüğün moda olduğu bir çağdı. Ateri salonlarından bahsetmeden geçemeyeceğim doğrusu. 80'lerde doğan ve çocukluğu ya da gençliği 90'lara denk gelenlerin adeta büyülendiği bir salon bu. O dönemlerde çocukların en çok uğradığı yer olan ateri salonunda aletler jetonla çalışırdı. Çocuklar için burası adeta teknolojinin son noktasıydı. Ahhh şu annelerimizin televizyon üstüne serdiği danteller yok mu(!) O yıllarda televizyon olan her evde bu dantelleri görmek mümkündü. İzlenen şey tam anlamıyla gözükmese bile bu dantel alışkanlığı sürüp gitmiştir.
Şu an bu saydıklarım kalmadı. Keşke o zamanlarda genç olsaydım diyorum da, keşkeyle olmuyor işte…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.