el-Emîn Olmak
Dün akşam Mevlit Kandili idi malumunuz. Dile kolay, doğumundan bu güne 1444 yıl geçmiş. İslam dünyasında hicri takvime göre Peygamber Efendimizin doğum günü değişik etkinliklerle anılır. 1989 yılından beri de Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde Miladi Takvime göre hafta boyunca çeşitli etkinlikler yapılagelmektedir.
Dünya tarihinde bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmayan ve büyük topluluklar tarafından içeriği dolu olarak anılan başka bir şahsiyet hatırlamıyorum. Her kutlama ve anmalarda hep duygu dolu anlar yaşanır. Yılın 365 gününde ismi anılmadan geçmez. İsmi zikredilince de ellerimiz göğsümüze gider hemen salavat getiririz. Yani O’nun yolundan gitmeye ve destek olmaya söz veririz. Bu, O’na karşı sevgimizin, saygımızın ve O’nu numuneyi imtisal kabul etmemizden kaynaklanmaktadır. Günler, aylar ve asırlar geçse de bu sevgi, bu saygı ve O’nu örnek kabul etme artarak devam edecektir.
Sevgiye eyvallah. Peygamber sevgisi konusunda kimse elimize su dökemez. Amacım Peygamber sevgisini anlatmak değildir. Buna zaten ne sayfalar yeter, ne de benim kapasitem.
Peki Peygamber kimdir? Abdullah ve Âmine’den doğma. Yetim ve öksüz. Dedesi ve amcasının himayesinde büyümüş. Şirk toplumunun içerisinde şirke girmekten kendini korumuş, kötülüklerden kendini uzak tutmuş, peygamber olmadan önce herkesin güvenini kazanmış, düşmanları tarafından “el-Emîn” (Güvenilir) denmiş, Kabe hakemliği yapmış biri. Peygamber olduktan sonra da, “Size şu tepenin ardından sizinle savaşacak bir ordunun geldiğini haber versem bana inanır mısınız?” dediğinde “Evet, biz sana inanırız. Çünkü Sen, asla yalan söylemezsin” dedirten, kendisini öldürmeye gelenlerin emanetlerini verecek kadar Hz. Ali’yi görevlendiren emanet sahibi birisidir. Oğlu İbrahim vefat edince mezarını eğri kazan görevlilere, “Niçin yamuk kazdınız?” dediğinde, “Ya Muhammed, mezar değil mi? Zaten az sonra kapatılacak” cevabı aldığında, “Allah güzeldir. Güzeli sever” diyerek işlerin düzgün yapılması gerektiğini ifade eden acılı bir babadır. “23 yıl gibi bir zaman zarfında tüm Arabistan Yarımadasında Müslümanlığın yayılmasının sebebi nedir” desek, cevabımız, “Emîn ve güvenilir olması, doğru sözlü olması, emanete ihanet etmemesi, işini dosdoğru yapması” deriz. Şimdi, “Biz gerçekten O’nu örnek alıyor muyuz? O’nun gibi yaşayabiliyor muyuz?” diye bir soruyu kendi kendimize sorsak, nefsimiz hemen harekete geçer: “Efendim! O, koskoca Peygamber. Biz O’nun gibi nasıl yaşarız” diye mazeret beyan etmeye kalkarız.
Eğri oturup doğru konuşalım. Bugün birbirimize güven vermiyoruz. İşimizi doğru yapmıyoruz. Emin ve doğru sözlü müyüz gerçekten? Peygamberin sadece emin ve güvenilir yönünü örnek alsak, etrafımızdaki insanlara güven versek ardımızda milyarlarca insanı sürükleriz. Bilirsiniz, Peygamber Müslümanı, “Elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir” diye tarif etmiş. Muhaciri de, “Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan kimse” diye tanımlamıştır. Fark ettiyseniz, Müslüman’ı “Namaz kılan, oruç tutan” vb. diye tarif etmemiştir. Kaçımız elimizle, dilimizle başkasını rahatsız etmeyiz. Kaçımız nefyettiklerinden sakınırız. Hani Avrupa ziyareti dönüşünde Mehmet Akif Ersoy’a , “Avrupa’yı nasıl buldun” diye sormuşlardı ya. Onun verdiği cevabı yine hepimiz biliriz: “Dinleri, bizim işimiz gibi, işleri, bizim dinimiz gibi.”
Merhum Akif, İslam dünyasının durumunu bu şekilde tespit etmiştir. Kanaatimce İslam gibi bir dinin zirvede olması, inananlarının da doğruluk, adalet ve güvenilirlikte başı çekmesi gerekmektedir. Maalesef birçok ahlaki değer bakımından sınıfta kaldık.
Yarın rûzi mahşerde Peygamber (as), “Beni hep anacağınıza emîn biri olsaydınız, dünyaya adalet dağıtsaydınız, doğru sözlü olsaydınız, işinizi düzgün yapsaydınız” ne olurdu dese ne cevap veririz? Ya da yüzüne nasıl bakarız? Bilelim ki, İslam’ı anlatmaya değil yaşamaya ihtiyacımız var.
Bu vesileyle, Peygamberimizi doğru anlayan, O’nun gibi yaşayan, O’nun gibi emîn olan takipçilerine selam olsun. Rabbim sayılarını artırsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.