Mehmet Gündoğdu

Mehmet Gündoğdu

DAVGANA KÖYÜ

DAVGANA KÖYÜ

Beyşehir ilçesinin tarihi önemi olan Doğanbey bucak merkezinin eski ismidir. İsim tava anlamına geldiği gibi, bu çevrede özel olarak yapılan uzun boyunlu ve kulpsuz su kabına da davgana denilmektedir. Bazı vakfiyelerde Tavgana, Taygana olarak kayıtlara geçmiştir.

Bugün Doğanbey bucak merkezi sınırları içinde bulunan Kaleardı denilen mevkide Davgana Kalesi olarak bilinen bir kalenin kalıntıları vardır. Kale ve çevresinde yapılan yüzeysel araştırmalardan bu kalenin Hellenistik döneme ait olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu bölgede ilk yerleşimlerin daha eski tarihlere uzandığı sanılıyor.

İlk adı İpsile (Épsile) olan Davgana köyü Yıldırım Bayezit zamanında Göçü’ye bağlı bir köydü ve şehzade hassasıydı. Köy nüfusunun çoğu Müslüman, pek azı da Hıristiyan’dı. Bu Hıristiyan nüfusun çoğunun isimleri Türkçe olup, tamamen bulundukları Türk topluluğuna asimile olmuşlardı.

Konya ve çevresine yerleştirilen Oğuz boylarından olan Bayatlar’ın üç oymağından ikisi: Doğanlı ve Doğanlar olup; totemleri doğan kuşudur. Doğanbey ismi ve bugünkü halkının kökü,  Oğuzlar’dan gelmektedir.

Bucak merkezinin doğusunda 2334 metre yüksekliğindeki dağa Elenkirt, Erenkilit, Erengürüh gibi isimlerle bilinen dağ; çevrede kutsal bir dağ olarak kabul edilmektedir. Dağın Anakız Tepesinde ziyaret yeri olarak bilinen iki mezar vardır. Bu dağın çeşitli tepelerinde basit taşlardan yapılmış odacıklar, Kurban Kuyusu denilen bir adak yeri de bulunmaktadır.

 

DAVGANA TESTİ

Uzun boyunlu, kabaca sülün kuşuna benzetilen, sapsız bir tür su testisidir. Beyşehir İlçesinin eski adı Davgana olan Doğanbey bucak merkezinde yapılmasından dolayı Konya’da davgana denildiği gibi lıklıka da denilmektedir.

Doğanbey çevresinin çanak, çömlek ve testi yapmaya elverişli olan kırmızı toprağı içindeki madensel filizler, pişirilmiş çamurdan yapılan her türlü mamulatın; sağlamlığını ve süzülgenliğini artırıp içinde bulunan gıdaların bozulmamasını, suyun soğuk kalmasını sağladığından eski Konya halkı tarafından Davgana mamulatları tercih edilirdi.

Ağzı hafifçe yayvan ve oluklu olan davgananın; kıvrımlarla süslenerek, döküldüğü zaman hoş bir ses çıkaran uzun bir boynu vardır. Gövde kısmı nargile şişesine benzer ve sapsızdır.

Davganaların en güzel örnekleri İlkçağ eserlerinin bulunduğu müzelerde görülmektedir.

 

DAVGANA KAŞIĞI

Tarih içinde en çok Doğanbey halkının kullandığı tahta kaşıktır. Davgana kaşığı, bildiğimiz tahta kaşıklardan farklı olup; derinliği az uzunluğu fazla, altı düzdür. Bu kaşıklar hem normal yemekler hem de sulu yemekler için uygun değildir. Bu kaşıkların bir başka adı da “dalar almaz”dır. Yemeye içmeye uygun olmamasına karşın Doğanbeylilerin bu kaşıkları kullanmalarının nedeni nedir bilinmez. Halk arasında Doğanbeylileri kızdırmak için kaşık üstüne uydurulan fıkralar çoktur. Doğanbeylilerin eli sıkı oldukları ve gelen konuğun az yemek yemesi için bu kaşıkları kullandıkları hep söylenilir. Bu yüzden Davgana kaşığı, kaşık olarak anılmaktan daha çok deyim olarak bilinmektedir. Yeniler bilmezler ya eski adamlar arasında bu deyim hâlâ çok yaygındır. Düğün yemeğine ya da bir yemekli bir davete gidildiğinde konuklar ev sahibine yüklenirler. “Yahu elimize birer Davgana Kaşığı verdiniz, çorbaya daldırırız dolmaz, yemeğe daldırırız almaz. Adam akıllı kaşık getirin karnımız doysun”  Bu şakaların ardı kesilmez ve her zaman her sofrada mutlaka söylenilir.

 

TAHTA KAŞIK DENİLİNCE…

Bugün tahta kaşıklar düğünlerde oynamak için kullanılıyorsa da, bu kaşıklar da uyduruk icatlardandır. Nedenini soran olursa söyleyeyim. Bu kaşıklar sert plastik ve petrol türevi karışımlardan yapılmış fabrikasyon kaşıklardır. Yemek için kullanıldıklarında zararlıdırlar. Oyun oynarken sesi gür çıkmasına karşın ekoları bozuktur.

Orta Anadolu ve özellikle Konya’nın geleneksel oyun kaşığı, su görmemiş armut ağacından yapılır. Bu kaşıklara ham kaşık denilir ve asla boyanmazlar. Eski oyun meraklılarının evlerinde en gizli köşelere sakladıkları bu kaşıkları şimdi belki müzelerde görebilirsiniz. Tahta kaşıklar oyun oynarken kullanıldığı gibi, ritim saz olarak da kullanılır. Herkes kaşıkla oyun oynayamaz ve ritim saz olarak çalamaz. Nedeni ise; kaşık sesinin çalgı sesine ve kıvraklığına uyum sağlaması gerekir k,i bu da kolay görünmesine karşın zor bir iştir. Bu işin püf noktası çok alıştırma yaparak parmak kaslarının çalıştırılması ve el hareketlerinin uyumunu sağlayabilmektir. Oyun oynanırken kaşıkların tam orta sırtına vurulması sesi canlandırırsa da, ritim saz olarak kullanılan kaşıkların hem orta sırtına hem de ağız kısmına vurularak ses çeşitliliği sağlanır. Oyun içinde sağ eldeki kaşığa iki kez vuruluyorsa sol eldeki kaşığa bir kez vurulursa da oyuncunun yeteneğine göre farklı vuruşlar yapılabilir.

 

DÜNDEN BUGÜNE KAŞIKLAR

Geleneksel yemek kültürümüzde tahta kaşığın önemini yadsıyamayız. Kaşıklar; tarih içinde kaplumbağanın bağasından; armut, şimşir gibi sert ağaçlardan yapılmıştır. Günümüzde fabrika işi ve seri üretimli metal kaşıklar yaygın olarak kullanılmaktadır. Metal kaşıklardan Türkiye’de ilk kullanılanları önce demir sonraları bakırdan yapılmıştır. Bakırdan yapılan kaşıkların kalayları eskidiğinde kalaylanarak parlatılırdı.

Tahta kaşık öldü, gelenekselliği de öldü, yapanları da son günlerini yaşamaktalar. Oysa tahta kaşıklar daha sağlıklıydı. Tamamen doğal malzemeden yapıldığı için hiçbir zararlı etkisi söz konusu olamazdı. Ayrıca tahta kaşığın üstün yönleri de vardı. Yemeği soğutmaz, ağzı- dili de yakmazdı.

 

TAHTA KAŞIK ÇEŞİTLERİ

Karadakım denilenaileler ellerine ne geçerse o kaşıkları kullanırlardı. Sosyete kesim için işlevine göre çeşitli kaşıklar kullanırlar ve bu çeşitliliğe çok önem verirlerdi. Çünkü her cins kaşığın bir özelliği olur, o özelliğe göre kaşık kullanılırdı.

ÇORBA KAŞIĞI yuvarlak olur ama çok derin olmazdı. Kaşığın özelliği, sıcak olan çorbanın ağzı ve dili yakmaması için az derin olmasından, yuvarlak oluşu da çorbanın içine tam dolup, içerken sağa sola damlamaması için tasarlanmıştı. HOŞAF KAŞIĞI bu cins kaşık da yuvarlak olur ama daha derince ve büyük yapılır. Bundan amaç hoşafın kaşığa daha çok dolması ve içerken damlamamasıydı. PİLAV KAŞIĞI biraz uzun ve çok derin olur. Bu kaşık; pilavın kaşığa tam dolup, bir kaşık içine çok pilav alması için tasarlanmıştır. Ayrıca, Ağza göre yuvarlaklık verilerek avurdun fazla açılmadan yemek alması düşünülmüştür. TATLI KAŞIĞI yapısı küçük ve oldukça kibardır. Yuvarlak ve küçük olur, sapı da kısadır. NORMAL KAŞIK öteki çeşit kaşıkların ortalama yapısına göre tasarlanmıştır. Karadakım aileleler bu kaşıkları kullanarak her çeşit yemeği yiyebilirler. YAĞ KAŞIĞI kepçeden küçük normal kaşıktan büyük olur. Kabın içinden yağ almak veya ekmeğe yağ sürmek gibi işlerde kullanılır. Biraz uzunca ve altları daha üz, derinlikleri az olarak yapılırlar.

 

TAHTA KAŞIK SÜSLERİ

Yemek için tasarlanmış tahta kaşıkların her tarafı özel bir boyayla boyalanıp kurutulduktan sonra, çanakları ve sapları süslenir. Konya kaşıklarının çanaklarına genellikle Mevlana resimleri ya da Selçuklu desenlerinden esinlenerek çizilmiş çiçekler yer alırdı. Tahta kaşık saplarına da bu süslemeler yapılır ayrıca maniler ve özlü sözlerin yazıldığı da olurdu. Besmele, afiyet olsun, Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün, erinip az yeme bol bulup şişme gibi kaşık sapı sözler sözleri eskiden çok ünlüydü. Bu yazılar ve süsler yine özel boya ile mühür olarak basılırdı.

 

TAHTA KAŞIK YAPIMI

Tahta kaşıklar armut ve şimşir gibi sert ağaçlardan yapılır. Şimdilerde turistik amaçlı yapılanların çoğu kavak ağacından ve sert plastiktendir. Tahta kaşık yapımı tamamen el becerisine dayanan zor bir iştir.

Önce yeterli ölçüde bir parça kaba kütük alınır. Küçük nacak ya da özel keserle yontularak kaba bir şekil verilir. Kaba şekil sıyırgı denilen özel ve keskin araçla sıyrılarak kaba şekle ince şekil verilir. Kaşığın çanağı özel bir keser ve oygu malzemesiyle açıldıktan sonra zımparalanıp yonga izleri kaybedilir. Daha sonra boyalanarak piyasaya sürülür.

Kaşık yapımında son otuz yıla kadar Konya birinci sırada bulunuyordu. Bunun yanında Kırşehir, Silifke, Antalya- Akseki kaşık yapımcılığının ana merkezleriydi. Özellikle Akseki dolaylarında yapılan kaşıklar katırlara yüklenerek Anadolu’nun her tarafına götürülürdü.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Gündoğdu Arşivi