Halis Özdemir

Halis Özdemir

Salı Hadisi

Salı Hadisi

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radı- yallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağ­murun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyu­nu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalan­dırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdi­ği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15) Açıklamalar

Hidâyet dilimizde de kullanılan bir kelime olup doğru yolu arama, doğru yola girme, Allah tarafından kalbe ilham olunan hak yolu bulma arzusu, hak din, İslâm dini gibi an­lamlar ifade eder. Mutlak mânada, hayra delâlet eden her şey hidâ­yettir. Çünkü hayır ve hak, İslâm’ın bize öğrettiği ve gösterdiği doğru­ların, güzelliklerin tamamıdır. Allah, gönderdiği peygamberleri vasıtasıy­la insanlara daima doğruyu ve hakkı göstermiş, yanlış ve bâtıl olan her şeyden uzak durmalarını istemiştir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm'in pek çok âyeti buna işaret etmektedir: “Semûd kavmine gelince, onlara doğru yolu gösterdik; fakat onlar, körlüğü doğru yolu bulmaya üstün tuttular. Böylece yaptıkları yüzün­den alçaltıcı azâb yıldırımı onları yakaladı” [Fussilet sûresi (41), 17],

“Ey Muhammed, sen sevdiğini doğru yola iletemezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. O, yola gelecek olanları daha iyi bilir” [Kasas sûresi (28), 56] gibi âyetler, hidâyetin ne olduğunu açıklayıcı ve öğretici niteliktedir.

Hadiste geçen ilim ise, hem zahirî bilgileri hem de gizli ilimleri kap­sar. Hidâyet, ilmin, öğrenmenin ve anlayıp kavramanın ilk adımıdır. Bu sebeple, öne geçirilmiş, önce anıl­mıştır. İlim, Allah’ın insana verdiği anlayış ve seziş kabiliyetinin ürü­nüdür. Marifet ise ilimden sonra gelen ve daha üstün bir nitelik olan temyiz gücü yani bilgileri seçip ayırma vasfıdır. Peygamberimiz, pek çok hadisle­rinde olduğu gibi, bu hadiste de çok önemli ve hassas bir konuyu teşbihle anlatmıştır. Çünkü teşbihler ve benzetmeler bir şeyi kolayca anlama ve akılda tutma imkânı sağ­lar. Öte yandan fesahat ve belâğat dediğimiz üstün konuşma niteliğini, derin anlayış ve kavrayışı da yansıtır. Allah Resûlü’nün bu konudaki eşsiz­liği elbette münakaşa edilemez. Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'nın kendisiyle gönderdiği hidâyet ve ilmi, bol yağmura ben­zetmiştir. Yeryüzü kuruyup, toprak şerha şerha yarıldığı, ağaçlar ve diğer bitkiler sararıp solduğu zaman yağan bol yağmur, yeryüzünü nasıl diriltir, canlandırır, âdeta ona yeni­den hayat verirse; cehalete, karan­lığa, ahlâksızlık bataklığına sürük­lenmiş insanlık da bir peygamberi, bir hidâyet rehberini, bir aydınlatıcı, yol göstericiyi öyle bekliyordu. İşte Peygamberimiz'le gelen hidâyet ve ilim, bol yağmurun yeryüzünde yap­tığını insanların ruhunda, kalbinde ve gönlünde yaptı. Yağmur nasıl ölü toprağı diriltti ise, İslâm’ın hidâyeti ve ilmi de ölü kalbleri ve gönülleri öylece diriltti. Ölü toprağı diril­ten yağmur nasıl gök yüzünden yeryüzüne iniyorsa, ölü kalbleri diriltip canlandıran İlâhî vahiy de semadan yeryüzüne öylece indi. O halde, İslâm’ın hidâyet ve ilminden nasibi olan kalbler diri, bunun dışın­da kalanlar ölü hükmündedir. İşte bu güzel teşbihten kısaca bunları anlamış oluyoruz.

Peygamberimiz’in benzetmelerle anlatımı bu kadarla bitmiyor. O yağmurun yağdığı toprakları da bir ayırıma tabi tutuyor. Her toprak aynı verimlilikte olmaz, dolayısıyla her topraktan aynı ölçüde faydalanıl­maz.

Yeryüzünün bazı kesimlerindeki topraklar çok verimlidir. Yağmur sularını emer; çok güzel meyve ve sebze bitirir veya ağaçlar yetiştirir.

Böylece insanlar ondan faydalanır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sel- lem’in getirdiği dini kabul ederek iyi bir müslüman olan, dinin buyruklarından hem kendisi faydalanıp hem de başkalarına faydalı olan mu minler bu araziye benzetilmiştir.

Bir başka cins toprak vardır ki, kayalık ve taşlık arazidir veya suyu çekmeyip birik­tiren killi topraktır. Bu toprakta bitki yetişmez; ot ve çayır bitmez ama üzerinde biriken suyu insanlar içer, hayvanlarını ve arazilerini sularlar.

Bu da bir faydadır. Peygamberi­miz’in getirdiği hidâyet ve ilmi kabul edip başkalarını bundan faydalandı­ran mü’minler, bu toprak parçasına benzetilmiştir.

İslâm’ı kabul etmeyen hidâyet ve ilimden nasibi olmayanlar ise, yağmur suyunu emen fakat her­hangi bir bitki bitirmeyen veya suyu üzerinde tutup insanları faydalan­dırmayan işe yaramaz, kıraç ve çöl araziye benzetilmişlerdir.

Allah Teâlâ’nın Peygamber Efen­dimiz vasıtasıyla gönderdiği dini kabul edenlerin hepsi aynı seviye­de olmayacağı gibi, bu hidâyet ve ilmi kabul etmeyenler de olacaktır. Nitekim Peygamberimiz, Allah tarafından kendisine indirilen İlâhî vahyi, yani Kur’an’ı herkese tebliğ etti, açıklama ve uygulamalarını da herkesin gözü önünde yaptı. Kendisine inananlar olduğu gibi, inanmayanlar da oldu. İslâm’ı kabul eden sahâbîlerin hepsinin derecesi, anlayış ve kavrayışı, kabiliyeti aynı değildi. Esasen bütün insanlar nasıl
fizikî yaratılış itibariyle farklı iseler, zekâ, anlayış ve kavrayış yönünden de farklıdırlar. Bundan daha tabiî bir şey de olamaz. Bir toplumda hem yönetenle, hem yönetilenler, hem öğretenler hem öğrenenler, hem zenginler hem fakirler ve benzerleri bulunacaktır. Böylece toplum kendi içinde bir işbirliğini gerçekleştirecek ve hayat böyle devam edecektir. Netice olarak ilim öğrenmek ve öğ­retmek, insanların hidâyetine vesile olmak, en üstün faziletlerden biridir. İnanan insanların dünyada var olma­larının sebebi ve hikmeti de budur. Zira dünyanın her şeyi gelip geçici­dir; kalıcı olan Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmek ve onun rızâsına uygun bir hayat sürmektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. İnsanlar tıpkı toprak gibi çeşit çeşittir. Kendisine ve başkalarına faydalı olanı, sadece fayda vereni ve faydasızları vardır.
  2. Yağmur yeryüzünü canlandıran ve bütün canlılara hayat veren İlâhî bir rahmettir.
  3. Allah’ın Hz. Peygamber ile gön­derdiği İslâm dini, toprağı dirilten yağmur gibi kalpleri ve gönülleri canlandıran, dirilten bir rahmettir.
  4. Bu hadis, bizi ilim öğrenmeye, öğretmeye, öğrendiklerimizi ya­şamaya, ilimden uzak kalmamaya, kısaca söylersek ilim sahibi olmaya veya ilim ehliyle beraber bulunmaya teşvik etmektedir.
  5. İnsanlara bir konuyu anlatırken teşbihlerle, benzetmelerle anlat­mak, o konunun daha iyi kavranıl­masına yardımcı olur. Bu Kur’an ve Sünnet’e de uygun bir yoldur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halis Özdemir Arşivi