Bir yabancı gözüyle biz
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi* ismini ilk defa duydum. Tarih-i İslam isimli eserinin 535-536.sayfalarında bir yabancının Türklerle ilgili gözlemlerine yer vermiş. Sosyal medyada okuduğum bu gözlemi sizlerle paylaşmak istedim:
“Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır.
Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir.
Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır.
Bir şahıs az nazik bir hikâye anlatır:
O sırada müezzin ezan okumaya başlar.
Hikâye anlatan hikâyeyi keser, namazını kılar, sonra hikâyesine kaldığı yerden devam eder.
Bir tacir yalan söyler, aldatır sonra namaz kılar sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder.
Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşguldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar.
Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alâkası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez hiç kimse bundan arlanmaz. Herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur…” (Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi; Tarih-i İslam, s. 535-536)
Bir yabancı gözüyle Türkler böyle imiş. Siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana ilginç geldi ve yabancı nokta atış yapmış. Bu gözlemden adet ve alışkanlık haline getirilen namazın asıl amacına ulaşmadığını, Türk ve Müslümanların namaza önem verdikleri kadar ahlaki yöne önem vermediğini anlatmak istediğini anlıyorum. Hoş, Türklerin dışındaki diğer Müslümanların da bizden farklı olmadığını düşünüyorum. Yabancının bu gözlemine katılır veya katılmayız ama bir gerçek var ki dışarıdan bize bakan bizi böyle görüyor. Farz edelim ki böyle değiliz ama unutmayalım ki anlatamadığımız doğru, doğru değildir. Her ne kadar tüm yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın hesabını Allah'a verecek olsak da insanlar nezdinde karşı tarafın anladığı kadarız. Demek ki böyle bir algı var. Bu algıyı değiştirmek de bizim elimizdedir.
Gözleme eleştirim, Türkler böyle denerek bir genelleme yapılmış kısmınadır. Bu genellemeyi yanlış buluyorum. Çünkü her Türk ve her Müslüman bu şekil değil. Kıldığı namazın hakkını vermekle beraber işini düzgün yapan insanımız da vardır. Ama bu şekil olanların sayısının az olduğunu söyleyebilirim.
*“Filibe doğumlu olan Ahmed Hilmi bu nedenle Filibeli Ahmed Hilmi olarak anılmıştır. Babasının görevi (şehbender/konsolos)nedeni ile de Şehbenderzade olarak anılır. İlk eğitimini Filibe'nin müftüsünden alan Ahmed Hilmi, daha sonra ailesiyle birlikte İzmir'e taşınmıştır. Eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladıktan sonra Duyunu Umumiye’de çalışmaya başlamış, Beyrut'a atanmıştır. Siyasi bir mesele nedeniyle Beyrut'tan Mısır'a kaçmış, 1901'de tekrar İstanbul'a dönmüş fakat Fizan'a sürülmüştür. Tasavvufa olan ilgisi büyümüş, özellikle Vahdet-i Vücut düşüncesine inanmaya başlamıştır. Tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir. Ekim 1914'te zehirlenerek ölmüştür. Zehirlenmesinin nedeni bilinememektedir. Masonlukla ve Siyonizm’le mücadele eden ilk kişilerdendir. Dolayısıyla ısrarla karşı çıktığı ve düşmanı olmuş masonlarca zehirlendiği söylenmiştir. Ancak masonlarca zehirlendiği iddiaları ölümünden bir süre sonra ortaya atılmıştır. Gerçek ölüm nedeni bakır zehirlenmesidir”. (Wikipedi)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.