Baharı Beklerken
İlkokulda okurken sınıfımızın panosunda mevsimlerin yazılı olduğu bir bölüm vardı: “İlkbahar, yaz, sonbahar, kış” diye. Öğretmenimiz ülkemizde yaşanan mevsimler bunlar derdi. Her üç aya bir mevsim düşüyordu. Arkadaşlar arasında en iyi mevsimin ilkbahar olduğunu konuşurduk.
Büyüdükçe mevsimleri takip etmeye başladım. İçinde altı ay süren kış ve altı ay süren yazdan başka bir mevsim göremedim. Kışın donduk, yazı bekledik. Yazın da kavruldukça kışı bekledik. Bu ülkede mevsimlerin en iyisi dediğimiz, ya kışa dahil oldu. Ya da yaza. Kışın habercisi sonbahar da; ya yaz, ya da kış olarak kendini gösterdi. Bahar’ın özellikle ilkbahar’ın hep yalan, ya da gelmesiyle gitmesinin bir olduğunu gözlemledim hep.
Tıpkı yalancı bahar gibi ülkemizde barış, adalet, demokrasi, insan hakları, huzur ve sükûnet gibi değerler de yalanmış maalesef. Gördüğüm herkes ülkemizin en fazla ihtiyaç duyduğu bu şeylere özlemini dile getirir. Sonuç, sıfır; elde var, sıfır. Yarım asrı devirdim doğru dürüst bahar görmedim. Barış, demokrasi, huzur vb şeyleri bekleyen ve isteyen herkesin de -istisnalar kaideyi bozmaz- beklediğinin kendi barışı, huzuru ve adaleti olduğunu gördüm. Bu değerlerimiz, yetkili makamlara gelenlerin unuttuğu, yetkisizlerin dile getirdiği kavramlar oldu. Bir gün yetkisizler yetkili olunca onlar da kendi adaletini, demokrasisini oluşturdular. Bu ülkenin sessiz çoğunluğunun kaderi hiç değişmedi. Tıpkı gelmesiyle gitmesi bir olan yalancı ilkbahar gibi bu ülkeye hiç huzur gelmedi. Bizden görünen “İçimizdeki İrlandalılar” ve kendi ihtiraslarımız yüzünden pek geleceğe de benzemiyor. Gelmeyen bu bahar yüzünden hepimiz birbirimizi suçluyoruz. Her birimiz sorunu diğerinde aramaktadır. Nedense hiç birimiz bu konuda burnundan kıl aldırmıyor. Burnumuzun dikine gidiyoruz. Rakip/düşman gördüklerimizin derdi, sıkıntısı, ihtiyacı nedir diye düşünmüyoruz bile. Herkes; kendi çizdiğimiz, belirlediğimiz çizginin dışına çıkılmasın istiyor.
Eskiden “Huzur İslam’dadır” derdik. Huzur, yine İslam’dadır. Buna eyvallah. Bilelim ki, gelmeyen huzur, dirlik ve birliğin sorumlusu İslam değil. Yaşadığımızı sandığımız İslam’dadır.
Adalet, huzur, dirlik isteyen bizler ilk önce kendimizden ziyade karşı taraf için istesek sorun çözülür aslında. Her birimiz bozulmamış aklımızla hareket etsek bu akıl, vahiyle çatışmaz. Aklımızla konuştuğumuzu sandığımız birçok hususta aslında midemizle, nefsimizle hareket ediyoruz. Nefislerimizin çarpışmasından huzur gelmediği gibi bu mücadelenin kazananı da olmaz. Ah bir bilsek! Ah bir anlasak!
Eğer samimiyetle adalet, huzur, demokrasi vb hususlarda baharı bekliyorsak hepimiz ilk önce kendimize bakalım. Çünkü Maide 105’de Allah: “Ey iman edenler! Siz, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz, doğru yolda oldukça sapmış olan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size neler yapıyor olduğunuzu haber verecektir.” Buyurmaktadır.
Her birimiz mevcut pozisyonuyla devam ettiği müddetçe Sünnetullah dediğimiz yasa değişmez. “…Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez….”(Ra’d Süresi 11) Görüldüğü gibi istediğimiz iyi şeylerin gelmesi için öncelikle kendimizi değiştirmemiz lazım. Eğer Allah’ın verdiği güzel şeylerin yok olmamasını istiyorsak bunun da yolu yine ayette bellidir: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez; ve Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.”(Enfal 53)
Barış , huzur, adalet.. istiyorsak, bu konuda samimiysek haydin öyleyse ilk önce kendimizden başlayıp taşın altına elimizi koyalım… Kendimiz için istediğimizi başkası için de isteyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.