Mithat Direk

Mithat Direk

Kaç doğru var?

Kaç doğru var?

Sahtekâr, yalancı ve dolandırıcıların hiç ağzından düşürmediği ve inan ki “doğru söylüyorum” demesi kadar acayip bir şey yok. Ne hikmetse karşısındakini inandırmak için her kılığa giren, her türlü yönlendirme ile karşısındakini etkileme bakımından ne varsa kullanan kişiler etkili olmaktadır. Eskiden beri insanın zayıf noktasını oluşturan inanç ve inanma istekliliğinden kaynaklanan davranış biçimlerini kullanan açıkgöz kimseler, diğerlerini bir şekilde kandırmaktadırlar. Normal koşullarda asla inanılmayacak, yapılmayacak ne varsa yapılabilmekte, sonradan ben ne yapmışım durumları oluşmaktadır. Neden böyle bir durum oluşuyor? Aslında nedeni basit, insan doğası gereği kendisi gibi bir başkasına inanmak, onay almak, takdir edilmek, başarısını göstermek gibi değerlerini kullanmak istemektedirler. Bu durumu bilen kimseler, karşısındaki bireye duyması gerektiğini söylemekte ve güven sağlamaktadır. Zira bu durumda kötülük düşünmeyen kişiler kolayca tuzağa düşmekte ve kendisini akıllı zannedenler tarafından kandırılabilmektedirler. Buna Erich Fromm "İyi insan, aklından hiç kötülük geçirmeyen saf insan değildir. İyi insan, her kötülüğün farkında olup iyiliği tercih edendir." demektedir.

Diğer taraftan herhangi bir olayda doğru olan bir tanedir. Her ne kadar bakış açısına göre doğru değişse de özellikle toplumsal ilişkilerde bir tek doğru bulunmaktadır. O doğru da kişisel olan değil, toplumsal olandır. Dolayısıyla kişisel faydalar yerine toplumsal faydalar gözetilmelidir. Bu her devlette ve toplumda böyledir. Ancak kapitalist sistem buna karşıdır. Orada öncelik bireyseldir. Yani bireyin mutluluğu önceliklidir, toplumsal refahın bireylerin refahının artması ile olacağı savunulmaktadır. Bu durumda üretim faktörlerinden en önemlisi ve temeli olan doğanın bireyin refahına hizmet etmesi savunulmaktadır. Oysa burada kişinin mutluluğu kısa süreç içinde gerçekleşmiş olsa da uzun dönemde toplumsal refaha olumsuz etkilerinin olduğu/olacağı açıktır.

Toplum refahının artırılması tüm bireylerin mutluluğuna hizmet edecek şekilde yapılacak düzenlemeler ile sağlanabilir. Bu nedenle hukuk sistemi kişi yerine toplumu önceller. Zaten davalarda da sonuç Türk Milleti adına verilmektedir. Hal böyle olunca bireysellik konusunu öncelleyen kapitalist sistem ile hukuk sistemi birbirine ters işlemektedir. Belki bireyin faydacılığı toplumsal faydacılığı artıran doğru bir sonuç olarak düşünülebilir. Zira bireylerin zenginleşmesi sonrasında toplumsal refah ortaya çıkabilir. Ancak toplumsal refah toplumu oluşturan bireylerin her birinin, birbirine toplum sözleşmesi de olan hukuk sistemi ile bağlıdır. Dolayısıyla hukuk düzeninin Çin atasözündeki gibi zengin/fakir davasında, zengin kazanır, adalet ancak fakir/fakir davasında yerini bulur şeklinde işlemektedir. Oysa herkes biliyor ki hukuk sistemi tüm toplumu ilgilendiren bir sözleşmedir. Burada zengin, üst düzey ya da popülist kişilerin olması hukukun işleyişini engellememelidir. İşte gelişmişlik ile gelişmemişlik arasındaki fark da burada ortaya çıkmaktadır. Aslında adalet denilen ilkeler manzumesinde de doğru bir tanedir. Mahkemede de bir tane gerçek vardır. Bilindik fıkradaki gibi herkes haklı olmaz/olamaz.

Nasrettin hocanın kadılık yaptığı dönemde günün birinde bir adam gelir, filan filandan şu nedenle davacıyım, Hoca, haklısın der. Adamı getirirler, hoca sorar durum böyle böyle ne diyorsun, davacı anlatır. Efendim durum böyle böyle dolayısıyla ben suçsuzum, Hoca, yine haklısın der. Tüm bu süreci izleyen hocanın hanımı, kadı efendi bunlardan biri haksız, ikisi de haklı olur mu? der. Hoca, hanım sen de haklısın der. Günümüz doğruluk sistemi aynen bu fıkradaki gibi işlemektedir. Doğru, kişiye, duruma, statüye veya zenginliğe göre değişmektedir. Oysa herkes bilmektedir ki DOĞRU SADECE BİR TANEDİR.

Sistemin doğruya odaklanması, doğrunun hakkını koruyacak biçimde adaleti tecessüs etmesi gerekir. Aksi durum adaletin ortaya çıkmasını engeller. Diğer bir husus da bunun geç tecelli etmesidir. Bu durumda da doğru olsa bile adalet yerini yine bulmaz/bulamaz. Oysa herkes bilmektedir ki adaletin olmadığı yerde kaos olur, çetecilik ya da bireysellik ile doğruluk sapar, birden çok doğru ortaya çıkar. İşte gerçeğin, doğrunun gerçekleşmesi, Hoca Nasrettin’deki gibi birden çok olmamalıdır. Hukuk düzeni bunu engellemek, birtek doğrunun ortaya çıkması gerçeğine odaklanmak durumundadır. Bu nedenle ADALETİN toplum refahının oluşmasına katkısı, bireysel zenginleşmenin çok ötesindedir. Bugün gelişmiş addedilen kuzey ülkelerinde zengin bireyler yoktur ancak toplum refahı en üst seviyede gerçekleşmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mithat Direk Arşivi