İT TAŞLAMAKTAN ET SATAMADIK
Yazımıza önce bir fıkra ile başlayalım hem şu kasavetli ortamda neşeniz azıcık yerine gelsin hem de yazımızın anlaşılması için bir ipucu vermiş olalım.
Adamın birisi et satmaya karar vermiş. Etleri arabaya doldurup sokağa çıkmış. Adam “Et satarım” diye bağırmadan köpekler başına toplanmış. Adam “Hoşt” falan dediyse de köpeklerin kaçası yok. Bir ikisini taşlamış, bakmış olmayacak birinin arkasına düşmüş. Adam köpeği kovalarken öteki köpekler arabanın başına birikmişler. Kimi budundan, kimi etinden başlamışlar yemeye. Akşama kadar koşturup, köpek kovalarken adamın etleriyle köpekler tıka basa doyup kusmaya bile başlamışlar. Akşam yorgun bitkin evine varan adama karısı sormuş. “Herif arabada et kalmamış. Maşallah iyi para kazanmışsındır” Adam burnundan soluyarak karısını azarlamış. “Ne para kazanması hatun? İt kovalamaktan et satamadım ki.” Demiş.
Gelelim asıl konuya. Yaşım 59. Burnuma kâğıt mürekkep kokusu bulaşalı tam 41 yıl olmuş. 41 yıl aralıksız bir şeyler yazdım durdum. Bana daha dün gibi gelse de 41 yıl az buz bir zaman dilimi olmasa gerek. Yazıyla, harflerle, sözcüklerle can ciğer kuzu sarması olup geçirdiğim bu kırk yılımı boşa mı harcamışım diye düşündüğüm çok oldu. Aslında bunu ben de bilmiyorum. Belki boşuna bir 41 yıl geçirdim, belki dolu- dolu 41 yıl yaşadım. Ama şunu biliyorum ki; Sözcüklerle, kâğıtlarla, yarın ne olacak kaygısıyla sarmaş dolaş geçirdiğim bu 41 yılda çok paralara, çok makamlara, çok habbe kubbeye sahip olabilme olanaklarım varken bütün bunlara hiç önem vermedim. Henüz belimi doğrultamasam da çok şükür alnım ak. Yani şimdilik vukuatım yoktur karnım toktur! Kimseye çamur atmadım, kimseye bir zararım dokunmadı, kimseyi rakip görmedim. Bu 41 yıl içinde el atmadığım konu kalmadı. Kimi zaman basın patronlarının izin verebildikleri ölçüde, kimi zaman yazı işleri müdürlerinin gözlerinden kaçırarak pek çok konuyu, pek çok sorunu gündeme getirdim, yazdım. Karşılığında emek- ekmek parası şöyle dursun teşekkür bile eden olmadı.
Eh doğal olarak bunlar kolay olmadı, pek çok konuda pek çok mücadeleler verdim. Zaman geldi sorgusuz yargısız gazetelerden kovuldum. Zaman geldi yazılarımı kuşa çevirdiler ben bırakıp çıktım. Daha özgür ortam bulup, etlime sütlüme karışmayan bir gazete patronu bulamadığımdan zaman- zaman yazamadığım oldu. Ama düşüncelerime uymayan, tek tip olmuş gazetelerde hiç yazmadım. Halkı, okuyucuyu tek tip olmaya yönlendirmek bana ters geldi. Doğruluğuna inanmadığım bir konuyu asla yazıp ne ucuz kahraman olmaya ne de onun bunun reklamını yaparak tek tip basının gözde yazarı olmaya hiç heveslenmedim. Basını özel yaşantımda hiç kullanmayıp, ne gönül ilişkilerine girdim, ne herhangi bir işim için kullandım. Kalemimin onurunu gerçek aydınların onuru olarak onurla taşıdım. Ne tehditlerden çekindim ne bana kurulan ölüm tuzaklarından korktum. En az beş kez ölümden döndüm, bakınız daha kalemimi bırakmış değilim. Bana türlü nimetler verebilecek siyasilere hiç yaklaşmadım. Siyasi yazılar yazdığıma bakmayın, bunları halk için, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünü korumak adına yazıyorum. Aslında siyasi partileri de siyasetle uğraşanları da pek sevmem. Hiçbir siyasi partinin üyesi değilim. Siyasi partilerde politika yerine laf salatası üreterek, hak edilmeyen kişilere hak edilmeyen makamların verildiğini çok iyi bilenlerdenim. Nerede haksızlık ve yanlışlık olmuşsa yazabildiğim, yayımlattırabildiğim kadarıyla yazmaya çalışırım.
Şimdi durup dururken bunları niye yazıyorum? Kendimi övmek için mi? Asla böyle bir niyetim yok. Niyetim başka…
Son yıllarda birileri köşe dönmüşler, köşe kapmışlar, Konya’nın tanınmış adamları olmuşlar, kültür işlerine falan el atmışlar. İyi niyetlerle başlayan bu işler sonradan ahbap çavuş ilişkilerine döndü. Yanlışlıklar yapıldı. Konya kültürü ve tarihi adına görev alan bazıları bu işleri yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bazıları rüzgâra karşı tükürdüler. Bundan bana ne? Herkesin yaptığı kendisini bağlar. Herkes ne yaparsa yapsın. Benim derdim başka.
Benim yazılarım başkalarının imzalarıyla kullanıldı, bazıları benim yazılarımı kaynak göstermeden kullanıp kendilerine sorduğumda “Haberim yok, okumadım” demeyi yazarlık saydılar. Benim yazılarıma ekler yapıp yazılarımı kuşa çevirdiler. Kimileri de bu emek hırsızlıklarını yapıp beni arkadan hançerlediler. Hem de bu işi yapanların içinde en yakın dostlarım vardı. Bunların emek hırsızlıklarına içim acımadı da, bunlara nasıl gönül vermişim, bunları nasıl dost edinmişim? Yalnızca buna esef ettim. Demek ki Konya’nın en safı benmişim. Çünkü karşılıksız dostluk kuranlar, karşılıksız iyi işlere katkıda bulunmaya çalışanlar artık salak diye etiketlendiriliyor. Bu saflığımı, bu salaklığımı içime gömüp, mahkemeye falan da gitmeden “Sende mi Brütüs?” diyecektim de diyemedim. Brütüs bir değil ki hangi birine “Sende mi Brütüs ?” diyeyim, hangi Brütüs’e esef edeyim?
41 yıl boyunca kamu kuruluşlarıyla Konya adına, kültür sanat, tarih adına şöyle ya da böyle ilişkilerim oldu. Onlara yıllar boyu söz anlatamadık. Yıllar boyu gidip gelmeler sonuç vermedi. Sevgili dostum Recai Kıcıkoğlu ile birlikte Kültür, sanat, çevrecilik ve tarihi koruma adına çok makamların çok kapısını çaldıysak da elimiz boş çıktı. Sayemizde zamanın Selçuklu Belediye başkanı Adem Esen tarafından Takkeli Dağ’ı ağaçlandırma işleri başlatıldı. Sonraki dönemde de bu işler devam etti. Buralar şimdi ormanlık oldu. Takkeli Dağ’da arkeolojik kazılar da başladı. Ama neler çektik bir bilseniz. Sarayköylüler bizi kaç kez dövmeye bile kalktılar. Bürokratlar bizi hiç ciddiye almadılar. Belki birçok şeyi dile getirip yaptırdık ama yaptıramadıklarımız da pek çok.
Tarihi Kilistra- Gökyurt köyü için rahmetli emekli öğretmen Ragıp Kadıoğlu, Recai Kıcıkoğlu ile birlikte ne uğraşlar verdik, Ankara kapılarından başka her gün bir resmi dairenin kapısını çaldık. Kimi kurumlar kapılarını yüzümüze kapadılar, kimi kurumlar da çay kahve ikram edip “ödenek yok, yetenek yok” diyerek oyaladılar. Hepsi bu kadar. Ama her önüne gelen Gökyurt köyünü kullanarak köyün sırtından reklamını yaptırdı.
Sözün kısası onunla bununla uğraşmaktan (Bunlar yukarıdaki fıkradaki gibi it köpek değil, Hâşâ huzurdan. Bunlar bizim insanlarımız.) göbeğimi kaşıyarak yazı yazamadım, yeterince sanat yapamadım, araştırma yapamadım. Bunca kargış içinde yapabildiğimi yapmaya çalıştım. B.. tan bal çıkarmaya mı çalıştım? İyi mi yaptım kötü mü yaptım inanın ben de bilmiyorum. Bilesiniz ki bu kargış içinde olan yalnız ben değilim. Benzer çileleri çeken başkaları da var.