Sosyal Medya Bağımlılığı
Sabah gözümü açar açmaz ilk refleksin telefona uzanmak mı? Henüz yüzünü bile yıkamamışken, ekrandaki bildirimler gözüne mi takılıyor? Birkaç mesaj, üç beş bildirim, iki yeni takipçi, beş beğeni derken yeni bir gün başlıyor. Oysa bu başlangıç, çoğu zaman günün en büyük tuzağı haline geliyor.
Sosyal medya hayatımızın arka planında çalan bir fon müziği gibi. Çalışırken, yemek yerken, otobüste, yatakta bu fon müziğini dinliyoruz. Çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir melodi gibi. Ama bu melodinin ritmi bizim elimizde değil. Bu ritmi sosyal medya algoritmaları belirliyor. Ve onlar, beynimizin dopamin düğmesini ne zaman ve nasıl basacaklarını çok iyi biliyor.
Yayınlanan sosyal medyada kalma sürelerine baktığımızda bağımlılık belirtilerinin üzerine çıktığını görüyoruz. TikTok kullanıcılarının günlük ortalaması bunun neredeyse üç katı. Peki ya Instagram, YouTube, X veya Facebook farklı mı? Her birinin farklı tuzakları var. Instagram’da beğeni ve onay arayışı, YouTube’ta “bir video daha” dürtüsü, X’te “acaba ne olmuş” merakı derken hepsi beynimizi farklı şekillerde esir alıyor.
Bu sadece zaman kaybı değil. Ruh sağlığımızı da kemiren görünmez bir döngü. Özellikle gençler, sosyal medyanın parlak vitrininde sürekli bir karşılaştırma oyununa zorlanıyor. Filtrelerle cilalanmış bedenler, kusursuz hayatlar, abartılmış mutluluklar sosyal medyada sürekli boy gösteriyor. Gerçeklik algısı yavaş yavaş azalıyor. Ve işin en tehlikeli yanı, bu sürecin sonunda sadece bağımlı değil, aynı zamanda kendini beğenmeyen, sürekli eksik hisseden bireyler haline geliyoruz.
Uzmanlara göre günlük sosyal medya süresi 1 saati geçtiğinde dikkat dağınıklığı, sosyal izolasyon ve ruhsal sorunlar belirginleşiyor. Hızlı, yüzeysel ve dopamin yüklü etkileşimler, beynimizi kısa süreli hazlara bağımlı hale getiriyor.
Bazı ülkeler bu konuda ciddi adımlar atıyor. Avustralya, 16 yaş altına sosyal medya yasağını konuşuyor. Çin, 14 yaş altına 40 dakika sınırı koymuş durumda. Fransa, ebeveyn izni olmadan 15 yaş altına erişimi yasakladı. Türkiye’de de benzer tartışmalar var. Ama yasa tek başına çözüm mü? Sanmıyorum. Çünkü sorun sadece ekran süresi değil, ekrana yüklediğimiz anlam.
Çözüm belki de küçük adımlarda saklı. Haftada birkaç gün dijital oruç tutmamız gerekiyor. Bildirimleri kapatıp, sadece gerçekleri paylaşan hesapları takip etmek ve sosyal medyada “tüketici” olmaktan çıkıp “üretici” olmaya çalışmamız gerekiyor. En önemlisi, gerçek hayatta daha çok var olmalıyız.
Çünkü sosyal medyada aldığımız beğeniler, gerçek hayatta tutunabileceğimiz bir elin sıcaklığına, yüz yüze edilen bir sohbete, samimi bir gülüşe asla denk değil.
Evet, dijital dünya hayatımızın bir parçası. Ama hayatımızın kendisi değil. O ince çizgiyi kaybettiğimiz an, fark etmeden bağımlılığın içine sürükleniyoruz. Ve ne yazık ki, çoğu zaman bunu ancak çok geç anlıyoruz.