Kadın Gazetecilerin Kırık Dayanışması
Gazetecilik kavramı sadece haber üretim sürecini değil, aynı zamanda toplumsal temsilin ve güç ilişkilerinin yeniden yapılandırıldığı bir alanı da ifade eder. Bu alanda kadınların varlığı, tarihsel olarak erkek egemen yapılarla sınırlanmış; meslek içi ve kurum içi hiyerarşiler, cinsiyet temelli kalıplar ve görünmeyen duvarlarla örülmüştür. Ancak son yıllarda üzerinde durulması gereken bir diğer somut gerçek, kadın gazetecilerin birbirleriyle olan iletişim çerçevesindeki çatlaklardır. Bu çatlak ve kırılganlık durumu, büyük bir zaman diliminde bireysel rekabetten çok, yapısal eşitsizliklerin ve sembolik şiddetin bir yansımasıdır.
Kadın gazeteciler, karşı cinsin nitelendirdiği bir mesleki kültürün içinde var olmaya çalışırken, çoğu zaman o kültürün normlarını içselleştirmek zorunda kalıyorlar. Bu durum, “kadın dayanışması” olarak idealize edilen ilişkinin zayıflamasına bazen de tersine dönmesine sebebiyet verir. Meslekte daha iyi bir konuma gelmek, gücü ele geçirmek ya da görünürlük kazanmak, kadınlar arasında doğal bir rekabet değil, sistemin dayattığı bir “hayatta kalma pratiği” haline geliyor. Böylelikle, kadınların birbirine mesafesi çoğu zaman kişisel tercihlerden değil, bu yapısal gerilimden kaynaklanır.
Bazı kadın gazeteciler, kendilerini kabul ettirebilmek için erkek merkezli iş kültürünün davranış kalıplarını benimser; “duygusal” ya da “hassas” bulunmamak adına meslektaşlarına karşı daha sert bir tutum geliştirir. Bu tavır, zamanla kadınlar arası güven ilişkisini aşındırır ve diyalog içinde kişiyi sorgulamaya sürükler. Bir yandan, geçmişte yaşadığı zorlukları bir sonraki kuşağa aktarmak yerine “ben yaptım, onlar da yapmalı” düşüncesiyle hareket eden kadın figürler de, farkında olmadan aynı döngüyü yeniden üretir. Bu durum, mesleki dayanışmanın yerini mesleki yalnızlığa bırakmasına neden olur.
Kadın gazetecilik, bu anlamda, yalnızca toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle değil, aynı zamanda içsel bir parçalanmayla da mücadele etmektedir. Dayanışmanın kırıldığı yerde temsil gücü zayıflar; temsil gücünün zayıfladığı yerde ise kadın deneyimi görünmez bir hale bürünür. Halbuki medyada kadın temsili ve sesi, birbirini destekleyen kadın profesyonellerin varlığıyla güç kazanır. Gerçek anlamda eşitlik, yalnızca erkek egemen yapılara direnmekle değil, kadınların birbirine alan açabildiği bir kültür inşa etmekle mümkündür.
Kadın gazeteciliğin geleceği, bu kırık dayanışmanın onarılmasında gizlidir. Tam da şimdi, rekabetin değil, birlikte üretmenin dilini yeniden kurma zamanıdır. Akademik, bilimsel ve destekçi bakış açısını ilke edinmek, mesleki gerekliliklerden sayılmalıdır.